Sovyet yönetimi İkinci Dünya Harbi başladıktan sonra 1941 ile 1944 yılları arasında, “düşmanla işbirliği yapma ihtimali var veya yaptılar” gibi suçlamalarla, sekiz ayrı halkı yerlerinden yurtlarından kopararak Orta Asya’ya ve Sibirya’ya sürmüştü. Bunları sırasıyla Türk halklarından Kırım’ın sakinleri Kırım Tatarları, Kafkasya’da yaşayan Karaçay ve Balkarlar, Güney Gürcistan’daki Ahıska (Meshet) Türkleri ve gene Kafkas halk-larından olan Çeçenlerle İnguşlar, İdil boyunda yaşayan Al-manlarla Kalmuklardı. Nüfusları toplam olarak bir buçuk mil-yonu geçen bu insanlar sürgün yerindeki değişik kamplara yer-leştirilmişlerdi. İşte bu sürgün olayları ve bu halkların sürgün yerleri yıllar boyu devlet sırrı olarak saklandı ve bu durum Stalin’in ölümüne (1954) hatta Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin XX. kurul-tayına (1956) kadar devam etti. Ancak Sovyetler Birliği Ko-münist Partisi yeni genel sekreteri Hruşçov kongrede yaptığı konuşmasında bu topyekün sürgünleri ilk defa olarak resmen teyit etmiş oldu. Bundan sonra 1957 yılında sürgüne uğrayan 5 halkın hakları iade edildi ve hayatta kalıp da, dönebilecek durumda olanlar kendi tarihi topraklarına dönebildiler (Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmuk). Kalan üçüne, yani Kırım Tatarlarına, Ahıska Türklerine ve Almanlara bu hak verilmedi. Bunun üzerine Kırım Tatarları, Sovyet yönetimini oldukça huzursuz edecek protesto hareketine giriştiler.Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 1774 yılında Rusya ile Osmanlılar arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması neticesinde Kırım Hanlığı Osmanlı hi-mayesinden çıktı. 1783’te Rusya’nın işgaline maruz kalan Kırım Türkleri için esaret yılları başlamış oldu. Rus yönetimi de onlara karşı çok katı bir politika uygulayarak adeta Kırımlıları yeryüzünden silmeye çalıştı.Bu istibdat politikası Kırım Tatar-larını dalgalar halinde Türkiye’ye göç etmeye zorladı (En büyük göçler: 1792, 1860-63, 1874-75, 1891-1902). Neticede Kırım’da Rus yönetiminin arzuladığı şekilde yerli halk Kırım Tatarlarının sayısı oldukça azaldı. 1897 nüfus sayımına göre, Kırım Türklerinin nüfusu ancak %35’i (188.000) teşkil ediyor-du. Kırım Hanlığı’nın işgalinden XIX. yy.’ın sonuna kadar buraya çok sayıda Rus, Ukrain, Alman ve Bulgar göçmen yer-leştirilmişti. Ancak Çarlık Rusyası’nda 1917 İhtilali’nin patlak vermesi Kırım Tatarları için de bir takım imkanlar doğurdu ve Milli Fırka kurularak bağımsızlık için çalışmalar yapılmaya başlandı.Kırım aydınlarının gayreti ile bir anayasa hazırlanarak 13 Aralık 1917’de Millet Meclisi toplandı. Fakat bu nevi milli bağımsızlık çalışmaları bir kaç defa Bolşevik ve Ak Rus mü-dahaleleri ile sekteye uğradıysa da, Kırım Tatarları hukuken istiklallerini ilan etmişlerdi. Fakat 11 Kasım 1920’de Kırım tamamen Bolşevik hakimiyeti altına girdi ve 18 Ekim 1921’de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi. Kırım MSSC döneminde 1926 yılında yapılan nüfus sayımına göre Kırım Tatarları, Kırım’ın genel 714.000’lik nüfusunun ancak %25’inin teşkil ediyorlardı (Ruslar %42, Ukrainler %10). Fakat buna rağmen Kırım Tatarcası 2. resmi dil olarak kabul ediliyor ve bu dilde eğitim yapılıyor ve kültür faaliyetleri yürütülüyordu. Ancak Kırım MSSC 1941 yılının Aralığı’nda Alman ordularının işgaline sahne oldu. Kırım’da 2,5 yıllık Alman işgali döneminde Almanlar da Kırım tarafına bir takım dinî ve kültürel haklar tanıdı. Bir kısım Kırımlılar Alman ordusuna yardımcı olmak üzere kurulan milis teşkilatına da katıldılar. Nisan ve Mayıs 1944’te yapılan savaşlar neticesinde Almanlar mağlup oldular ve Kırım tekrar Sovyet işgali altında kaldı. Sovyetler Kırım’a yerleşir yerleşmez Almanlarla işbirliği ya-panları takip etmekle yetinmediler, bütün halkı düşman diye damgaladılar ve 18 Mayıs 1944’te bir gece bütün Kırım Türk-lerini hayvan naklinde kullanılan katarlara yükleyerek günler hatta haftalar sürecek uzun bir yolculuğa yolladılar. Bu topye-kun sürgünden Sovyet ordusu veya dağlarda Almanlara karşı savaşan çeteci Kırım Tatarları da kurtulamadı. Sürgün esnasın-da ve sürgünden sonra gayri insani şartlar neticesinde sürgün edilenlerin büyük kısmı öldü. 30 Temmuz 1945’te Kırım MSSC’de resmen ortadan kaldırıla-rak RSFSC’nin (Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriye-ti) bir eyaleti haline getirildi ve bu bölge 1954 yılında Ukrayna SSC’ye hediye edildi. Daha önce de belirttiğimiz üzere 1957’de sürgüne uğrayan Ka-raçay, Balkar, Çeçen, İnguş, Kalmuklara hakları iade edilmişti. Kırım Tatarları, Meshet Türkleri ve Almanların ise adları belir-tilmemişti. Ancak 28 Nisan 1956’da Yüksek Sovyet Prezidi-yumu’nun bir kararı ile bu üç halka seyahat hürriyeti verildiği belirtilmişti. Fakat buna rağmen Kırımlıların büyük çoğunluğu Sovyet kanunlarına göre Sovyetler Birliği’nin içinde dahi se-yahat imkanı için gerekli olan pasaporttan yoksundular. Bunun üzerine Kırım Tatarları diğer affedilen halklar gibi siyasi yönden aklanmak ve anayurda dönmek için büyük bir mücadele başlattılar. Sovyet kanunlarına mümkün olduğu kadar sadık kalarak başlatılan protesto hareketleri 1965-67 yıllarında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin XXVIII. kurultayına yollanan (Mart 1968) 130 bin imzalı dilekçe ile doruk noktasına ulaştı.Rejim bir yandan bu protestoculara karşı büyük tepki gösterdi; Çok sayıda kişiyi tevkif ettiyse de, diğer yandan bir takım tavizler vermeyi uygun buldu. Protesto hareketlerini bas-tırmak için bu hareketin başta Mustafa Cemil(ev) olmak üzere belli başlı liderleri tevkif edilip, devlete karşı faaliyette bulun-mak gibi asılsız suçlamalara hedef oldular. Baskı o kadar güçlü idi ki, avukatlar işten atılmak korkusundan, kendilerini mah-kemeler önünde savunacak avukatlardan bile mahrum oldular. Nihayet 5 Eylül 1967’de Kırım Tatarlarının haksız yere sürgün edildiğini belirtlen bir ferman ilan edildi. Buna benzer bir ferman 29 Ağustos 1964’te Almanlar için de ilan edilmişti. Benzer başka bir ferman ise daha sonra (30 Ha-ziran 1968) Meshet Türkleri için ilan edildi. Fakat bu aklama kararı da onların ülkelerine geri dönmelerine imkan sağlamı-yordu. Buna rağmen 1968-1969 yıllarında bir miktar Kırım Tatarı Kırım’a (5-6 bin kadar) döndü. Bunlara bu arada çok büyük zorluklar çıkarıldı ve bir kısmı zorla geldikleri yere geri yollandılar. Kırım Tatarları Kırım’a yerleşmeye başlayınca “Kırım Tatarları Milli Hareketi Teşkilatı”nın olağanüstü gayretleriyle çeşitli kültürel, sosyal ve siyasi faaliyetler düzenlendi. Bunların en mühimi belki de 18-23 Mart 1991 tarihleri arasında Simfero-pol’de (Akmescit) düzenlenen “Milletlerarası İsmail Gaspıralı” konferansı ile aynı şehirde düzenlenen “II. Kırım Millî Kurul-tayı” idi. Bu kurultaya BDT’nin değişik bölgelerine dağılmış olan Kırım Tatarlarının temsilcileri aynı zamanda bazı millî hareketlerin temsilcileri gözetici olarak katıldılar. 250’nin üze-rinde delegenin katıldığı kurultayda 33 kişi Kırım Tatar Millî Meclisi’ni ve bu meclisin başkanı olarak Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu seçti. Böylece Kırım Tatarları gayr-i resmî olsa da kendi haklarını korumak için demokratik bir şekilde seçilen bir Millî Meclis’e kavuşmuş oldular. Kırım Türklerinin hakları için mücadele ettiği için 17 yıl sürgün ve cezaevlerinde geçiren Mustafa Cemil(ev) Şubat 1992’de ve Nisan 1992’de Türkiye’ye de gelerek burada resmi şahıslar, iş adamları ve halkla görüşerek Kırım Tatarlarının meselesini Türk kamuoyuna duyurmaya çalıştı.Türkiye'de Osmanlı dönemindeki yoğun zorunlu göç nedeniyle çok sayıda Kırım Tatarı olduğu bilinmekle birlikte, nüfus sayımlarında köken sorulmadığından kesin sayıları bilinmemektedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu arşivleri baz alınarak yapılan hesaplamalara göre yaklaşık 1.200.000 kişi Osmanlı topraklarına Kırım Hanlığı'ndan göç etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfus artış oranlarına düşünüldüğünde 5.000.000 Türk vatandaşının Kırım kökenli olması olasıdır.
O dönem Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan, günümüzde ise Romanya ve Bulgaristan arasında paylaşılan Dobruca bölgesinde de toplamda 50.000 civarı Kırım Tatarı'nın kaldığı düşünülmektedir. Burada yaşayan Kırım Tatarlarının önemli bir kısmı Türkiye'ye ve az bir kısmı da Kanada'ya göç etmişlerdir. SSCB'nin çöküşünden sonra Ukrayna'da kalan Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde ise, sürgündeki Kırım Tatarlarının Kırım'a geri dönmelerine görünüşte müsaade verilmesine rağmen Kırım'daki Rus yetkililerce ve Moskova etkisindeki Kiev hükümetince sürekli zorluklar çıkarılmış ve geri dönüş yavaşlatılmaya çalışılmıştır. 1990 sonrası on binlerce Kırım Tatarı kendi imkanlarıyla Kırım'a döndükten sonra 2000'li yıllarda geri dönüş hızı binlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Sürgünden Kırım'a geri dönen Kırım Tatarlarının sayısı 2014 Rus işgali öncesinde 350.000 kişi olduğu tahmin edilmekle birlikte Rus işgalinin getirdiği olumsuz koşullar, baskı ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yaklaşık 20.000 Kırım Tatarı Ukrayna anakarasına zorunlu göçmek durumunda kalmıştır. Yan taraftaki demografik haritalarda da görüleceği üzere, 1939 yılına atıf yapan haritada Kırım Tatarları 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü öncesinde kıyı kesimlerinde çoğunluktaydılar, iç kesimde yaşayan Kırım Tatarları ise Çarlık döneminde Osmanlı topraklarına zorunlu göçmek durumunda kalmışlardı. 2001 yılına atıf yapan haritada ise Kırım Tatarları iç kesimlere yerleşmek zorunda kaldılar. Birçok insan vatandaşlık almaktan ve haklarını kullanmaktan yoksun kaldı, Kırım'da bıraktıkları hiçbir mülkü geri alamadılar ve geldikleri ilk yıllarda turistik Kırım kıyılarında yaşamaları yasaktı. Kırım'ın Rusya tarafından işgal edilmesi sonrası Kırım'da 300.000 ila 350.000 kişi olduğu tahmin edilirken, Kırım'dan Ukrayna'ya sığınan Kırım Tatarlarının sayısının 20.000 kişi olduğu düşünülmektedir. Bu sığınmacıların önemli bir kısmı Lviv ve Kiev'de yaşamaya çalışmaktadır. Ukrayna anakarasında ise 1990 yılı öncesinde sürgünden dönüp Kırım'a girmesi engellenen ve bu nedenle Herson'a yerleşen 10.000 ila 15.000 kişi bulunmaktadır. Ayrıca Kırım'ın Kerç boğazının karşı kıyısı olan Krasnodar'da da yine 1990 öncesi gelip Kırım'a girmesi engellendiği için oraya yerleşen 10.000 kişi kadar Kırım Tatarının olduğu tahmin edilmektedir. Kırım Tatar Sürgünü ile çoğunlukla Özbekistan'da olmak üzere eski Sovyet coğrafyasında önemli miktarda Kırım Tatarı yaşamaktadır. Özbekistan'da kalanların sayısının 150.000 ila 200.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Eski Sovyet coğrafyasında yaşayanlar ise dağınık hallerde binlerle ifade edilmektedirler. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve Kanada'da yaşayan Kırım Tatar diasporaları da çoğunlukla Türkiye'deki Kırım Tatar diasporasındandırlar. Türkiye'de Osmanlı dönemindeki yoğun zorunlu göç nedeniyle çok sayıda Kırım Tatarı olduğu bilinmekle birlikte, nüfus sayımlarında köken sorulmadığından kesin sayıları bilinmemektedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu arşivleri baz alınarak yapılan hesaplamalara göre yaklaşık 1.200.000 kişi Osmanlı topraklarına Kırım Hanlığı'ndan göç etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfus artış oranlarına düşünüldüğünde 5.000.000 Türk vatandaşının Kırım kökenli olması olasıdır. O dönem Osmanlı İmparatorluğu toprağı olan, günümüzde ise Romanya ve Bulgaristan arasında paylaşılan Dobruca bölgesinde de toplamda 50.000 civarı Kırım Tatarı'nın kaldığı düşünülmektedir. Burada yaşayan Kırım Tatarlarının önemli bir kısmı Türkiye'ye ve az bir kısmı da Kanada'ya göç etmişlerdir. SSCB'nin çöküşünden sonra Ukrayna'da kalan Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde ise, sürgündeki Kırım Tatarlarının Kırım'a geri dönmelerine görünüşte müsaade verilmesine rağmen Kırım'daki Rus yetkililerce ve Moskova etkisindeki Kiev hükümetince sürekli zorluklar çıkarılmış ve geri dönüş yavaşlatılmaya çalışılmıştır. 1990 sonrası on binlerce Kırım Tatarı kendi imkanlarıyla Kırım'a döndükten sonra 2000'li yıllarda geri dönüş hızı binlerle ifade edilmeye başlanmıştır. Sürgünden Kırım'a geri dönen Kırım Tatarlarının sayısı 2014 Rus işgali öncesinde 350.000 kişi olduğu tahmin edilmekle birlikte Rus işgalinin getirdiği olumsuz koşullar, baskı ve insan hakları ihlalleri nedeniyle yaklaşık 20.000 Kırım Tatarı Ukrayna anakarasına zorunlu göçmek durumunda kalmıştır. Yan taraftaki demografik haritalarda da görüleceği üzere, 1939 yılına atıf yapan haritada Kırım Tatarları 18 Mayıs 1944 Kırım Tatar Sürgünü öncesinde kıyı kesimlerinde çoğunluktaydılar, iç kesimde yaşayan Kırım Tatarları ise Çarlık döneminde Osmanlı topraklarına zorunlu göçmek durumunda kalmışlardı. 2001 yılına atıf yapan haritada ise Kırım Tatarları iç kesimlere yerleşmek zorunda kaldılar. Birçok insan vatandaşlık almaktan ve haklarını kullanmaktan yoksun kaldı, Kırım'da bıraktıkları hiçbir mülkü geri alamadılar ve geldikleri ilk yıllarda turistik Kırım kıyılarında yaşamaları yasaktı. Kırım'ın Rusya tarafından işgal edilmesi sonrası Kırım'da 300.000 ila 350.000 kişi olduğu tahmin edilirken, Kırım'dan Ukrayna'ya sığınan Kırım Tatarlarının sayısının 20.000 kişi olduğu düşünülmektedir. Bu sığınmacıların önemli bir kısmı Lviv ve Kiev'de yaşamaya çalışmaktadır. Ukrayna anakarasında ise 1990 yılı öncesinde sürgünden dönüp Kırım'a girmesi engellenen ve bu nedenle Herson'a yerleşen 10.000 ila 15.000 kişi bulunmaktadır. Ayrıca Kırım'ın Kerç boğazının karşı kıyısı olan Krasnodar'da da yine 1990 öncesi gelip Kırım'a girmesi engellendiği için oraya yerleşen 10.000 kişi kadar Kırım Tatarının olduğu tahmin edilmektedir. Kırım Tatar Sürgünü ile çoğunlukla Özbekistan'da olmak üzere eski Sovyet coğrafyasında önemli miktarda Kırım Tatarı yaşamaktadır. Özbekistan'da kalanların sayısının 150.000 ila 200.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Eski Sovyet coğrafyasında yaşayanlar ise dağınık hallerde binlerle ifade edilmektedirler. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Hollanda ve Kanada'da yaşayan Kırım Tatar diasporaları da çoğunlukla Türkiye'deki Kırım Tatar diasporasındandırlar.
0 Yorumlar
Kendilerine Saka veya Saha diyen Kuzeydoğu Sibirya’da bilhassa Yakut (Saha) Cumhuriyeti’nde yaşarlar. Yüzölçümü bakımından eski Sovyetler Birliği’ndeki en büyük muhtar cumhuriyeti olup, 3.103.000 km.2’dir. Başkenti Yakutsk olan Yakutistan’ın genel nüfusu 1.094.005’tir (1989). Doğusunda Orta Sibir dağları ve kuzeybatısında Doğu Sibir dağları bulunmaktadır. Yakutistan’da Anabar, Olenek, Lena, Yaba, İndigirka ve Koluma nehirleri bulunur. Ülkenin %20’sinden fazla bölümü kuzey kutbundadır ve 2/3’si dağlarla kaplıdır. Güneydeki göller yöresi hariç toprak tamamen buzlarla kaplıdır. Kış 180 ile 220 gün arası sürer. Ocak ayı ortalaması -34° ile -45°C (en fazla -68°C) derece arasındadır. Yaz çok kısa sürmekte olup, 85 ile 100 gün arasındadır. Temmuz ayı ortalaması 18°-19°C’dir (en fazla 38°C).Ülkenin 4/5’ünü kutup bölaesine has iğne yapraklı ağaçlar kaplar ve Yakutistan’ın ancak %l’i tarıma elverişlidir. Genellikle nehirlerde balıkçılık yapılır, ormanlarda kürk hayvanları avlanır. Bunun dışında soğuğa dayanıklı Ren geyikleri ve at beslenir. Bu sert iklim şartlarına rağmen Yakutistan yeraltı madenleri yönünden zengin bir ülkedir. Aldan, İndigirka ve Koluma’da bol miktarda altın elde edilir. Bunun dışında Vilcuc ve Olenek’te elmas madenleri bulunmaktadır. Bu iki kıymetli madenin dışında kurşun, çinko, volfram, molibden de elde edilmektedir. Yakutistan’da 2.500 milyon tonluk çok zengin kömür rezervinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Tabiat şartları çok elverişsiz olduğu için demiryolu ulaşımı olmadığı gibi diğer neviden ulaşımlar da zor yapılmaktadır. Halk bilhassa yaşamaya daha elverişli olan Orta Lena-Aldan ve Vilcuc havzalarında yerleşmiştir. 1989 nüfus sayımına göre Yakut Cumhuriyeti’nin genel nüfusu 1.094.065’e ulaşmıştı. Yakutların %95,5’inin kendi cumhuriyetlerinde yaşamalarına rağmen ancak %38,4’lük bir orana sahip oldukları görülür. Aslında yaşamaya pek elverişli olmayan bu topraklar yeraltı zenginlikleri dolayısıyla Rusları celp etmiş olup, onlar genel nüfusun %50’sini ellerinde tutmaktadırlar. Son yıllarda cumhuriyet nüfusunun artışı ise nüfus artışından ziyade bu yörelere çalışmaya gelenlerin artışından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Tarihi olarak Tuvacaya yakın olan Yakutça kuzeyde kendi içine kapalı olarak geliştiği için bugün diğer Türk lehçeler ile benzerliği yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla da Yakutça konuşan biri ile anlaşmak çok zordur. Dilin %50’si eski Türkçe kelimeler ihtiva etmekle birlikte bir hayli kelime de komşularından, bilhassa Moğolcadan alınmıştır. XIX, yy.’dan itibaren Kril harfleri ile yazılan Yakutça, 1920’den 1938’e kadar Latin harfleri ile yazılmış sonra bütün Türk lehçelerde olduğu gibi Kril kullanılmaya başlanmıştır. Bugün Yakut edebiyatı bir hayli gelişmiş olup, Sovyet döneminden önce A. Kulakoskay (1879-1926), A. I. Sofron(ov) (1886-1936), P. Oyun(ski) (1839-1939) gibi Sovyet döneminde ise S. P. Kulaç(ikov)-Elley (doğ. 1904). A. Künde-İvanov (1898-1954) gibi yazar ve A. Açugiya Mordinov (doğ. 1906) gibi şairler yetişmiştir. Yukarıda adını belirttiğimiz P. Oyun(ski) 20 yıllık bir çalışma ile Olongho adı verilen, ekseri on-onbeş mısradan ibaret ve kahramanının adı ile anılan destanları toplamıştır. Yakut şair ve yazarları Türklerden bilhassa Kazak edip ve şairleri ile edebi temas halindedirler. Bu da her iki tarafın bir kökten geldiğinin şuuruna varmış olmanın bir örneğini teşkil eder. Bir hayli Kazak eseri Yakut okuyucusuna takdim edilmiştir. Gerek Yakutistan’da ve gerek Kazakistan’da bir diğerinin “edebiyat günleri” kutlanmakta ve bu vesile ile her iki ülkenin edipleri bir araya gelmektedir. Buna benzer faaliyet 1980’de Kazakistan’da yapılmıştı. 1983 yılında ise Yakutistan’da “Kazak edebiyatı günleri” (24 Haziran-4 Temmuz) düzenlendi. Kazak yazar ve şairleri Yakutistan’da pek büyük bir sevgi ve hürmetle Orta Asya Türk kültürünün ortak bir ürünü olan kımız (at sütü) kaseleri ile karşılandılar.Kısacası diğer Türk boylardan hayli uzakta kalan Yakutlar sayıca fazla olmamakla birlikte bütün güçleri ile kendi kültürlerini, örf ve adetlerini yaşamaktadırlar. Hatta bir Kazak yazarının ifadesine göre; Yakutistan’ın, Rusların büyük sayıda bulunduğu başkenti Yakutsk’ta bile çocuklar Yakutça konuşmaktadırlar.Halkın geçim kaynakları arasında kürk avcılığı ve balıkçılık önemli yer tutar. Ülkede bulunan samur, kutup tilkisi ,sincap, tilki ve nadir balık çeşitleri; avcılar ile maceraperestleri kendine çeker. Bu avcılar sayesinde üretilen kaliteli kürklerin ve balıkların şöhreti bütün dünyada meşhurdur. Yakutistan’ın en önemli kaynaklarından biri de yer altı zenginlikleridir.Su taşımacılığı, altı nehir limanı ve iki liman(Tiksi ve Zelyonymys) bulunan Saha Cumhuriyetinin kargo cirosunda ilk sırada yer almaktadır. Ana suyolu Yakutsk'u Irkutsk Oblast'ındaki Ust-Kut tren istasyonuna bağlayan Lena Nehridir ve Arctic Sea Shipping Company de dahil olmak üzere dört nakliye şirketi faaliye göstermektedir.İnsan taşımacılığında hava yolu çok önemlidir ve Saha Cumhuriyetini Rusya'nın birçok bölgesine bağlar.Yakutsk havaalanının uluslararası bir teminali de mevcuttur. Saha Cumhuriyeti'nde Yakutsk-Skovorodino ve Ykutsk-Magadan olmak üzere iki ana karayolu bulunmaktadır. Ancak bölgede permafrostun varlığı nedeniyle asfalt kullanımı yaygın değildir ve yollar genellikle kilden yapılmıştır bu da şiddetli yağmurlar sırasında yolların çamura dönmesine ve yüzlerce kişinin mahsur kalmasına sebep olmaktadır. Şu anda faaliyette olan Berkait-Tommot demir yolu,Baykal-Amur anahattını Güney Saha'daki sanayi merkezlerine bağlar. Amur-Yakutsk ana hattının inşaatı kuzeye doğru devam etmektedir ve 2013 yılında Yakutsk'dan Nizhny Bestyakh'a nehir boyunca tamamlanmıştır. Ülkede elmas, altın, gaz, kömür, gümüş ve bakır çıkarılmaktadır. Mendeleyev tablosundaki bütün elementler Yakutistan’da bulunmaktadır. Elmas Saha yurdunda çok önemli bir yere sahiptir . Bunların en değerlilerinden biri de Moskova’da müzede bulunan ve 342,5 karatlık pırlantadır. Yakutistan’ın hemen her bölgesinde elmas çıkarılmaktadır. Hükümet, cumhurbaşkanı ve onun yardımcılarından oluşmaktadır. Yardımcıların kendi bölümleri vardır ve çeşitli konulardan sorumlu olarak çalışırlar. Halen Saha cumhuriyetinde 14 bakanlık vardır. Bunlardan 12′sinin başında Saha Türkleri vardır. Ülkenin parlamentosu (İl Tümen)ise 200 kişiden oluşmaktadır. Bunların da % 83′ü Saha Türküdür. Cumhuriyetin sembolü beyaz turnadır. Ülkede Yakutsk, Aldan, Verkoyansk, Mirnıy, Olyokminsk adlı oblastların (eyaletlerin) dışında 32 rayon vardır. Nüfusun % 90′ı merkezdeki bölgelerde, Yakutsk ve Vilüysk şehirleri civarında yerleşmiştir. Moskova sömürgelerinin hepsinde olduğu gibi burada da yerli ahalinin yüzdesi yıllar geçtikçe düşmekte, kolonize etmek için getirilen Rus nüfusu artmaktadır. 1990′lı yılların başında Cumhuriyette milli hareketler oluştu. İlk ortaya çıkan hareket "Saha Omuk" hareketidir. Daha sonra "Saha Keskile" hareketi ortaya çıktı. Glasnost ve Perestroika ile birlikte Moskova merkezli olarak ortaya siyasi partiler çıkmıştır. Bunlardan Sosyal Demokrat Parti Rusya’ya yönelerek Rusya ile tam bir birlik oluşturmak istemektedir. Başkent Yakkutsk.akutsk, Rusya’nın uçsuz bucaksız Sibirya bölgesindeki Yakutistan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti. Siz ona kısaca 'dünyanın en soğuk kenti' deyin. Kalın yün çorap, ugg bot, termal içlik, kuş tüyü mont derken, ne kadar ısıtan giysi varsa üst üste giysen de açıkta kalan yerlerini kurtaramıyoruz. Burada okullar sadece eksi 55 derecenin altında tatil oluyor. Türkiye’deki soğukları düşününce, öğrenciler kışın bedavaya tatil yapıyor desek az. Sen, bir de doğalgaz faturasını düşün… 1924 yılında, Yakutsk çevresinde bulunan Oymyakon köyünde, rekor sıcaklık eksi 71.2 derece ölçülmüş ve burası ‘dünyanın en soğuk yerleşim yeri’ olarak sayılmış.Çamaşırları ipten almak için kol gücü yetmiyor. Donan kıyafetler kalıp halinde ele geliyor. Yakutsk'ta ev işi de ayrı bir çile...Yakutsk’da sıcaklık kışın ortalama eksi 40, yazın artı 19 derece. Yasal olarak kaydedilmiş en düşük sıcaklık ise eksi 64.4, en yüksek artı 36 derece. Kentteki en büyük tehlike, şüphesiz ki aşırı Sibirya soğuğu. Seni hızla öldürebilir, burnunu düşürebilir ve ayak parmaklarını kaybedebilirsin.Dünyanın en soğuk kenti Yakutsk iklimi, altkutup olarak adlandırılıyor: Kışlar uzun ve aşırı soğuk, yazlar ılık ve kısa. Yakutistan’ın soğuk iklimi tarıma elverişli olmadığı için sebze ve meyveler de dışarıdan alınıyor. Tarım için müsait değil. Bol bol balık yiyorlar. Açık hava pazarlarında donmayan bir ürün yok. Balıklar, sebzeler buz tutmuş tezgâhlarda kalıp gibi satılıyor. Ülkede bulunan samur, kutup tilkisi, sincap, tilki ve nadir balık çeşitleri; maceraperestleri kendine çekiyor. Şehir, orta yolunda Lena Nehri'nin sol kıyısında bulunan Tuymaada Vadisi'nde yer almaktadır. 62 derece kuzey enleminin paralelinin biraz kuzeyinde bulunur, bunun sonucunda yaz aylarında uzun bir "beyaz geceler" görülür ve kış aylarında (Aralık), gün ışığı saatleri sadece 3-4 saat sürer. Yüzölçümü - 122 km². Yakutsk, mevsimsel permafrost bölgesinde bulunan en büyük şehirdir. Moskova 8400 km uzaklıktadır.Yakutsk, Lena Nehri Vadisi'nde (Tuymaada Vadisi) düz bir alanda yer almaktadır. Şehrin topraklarında, en büyüğü Saysary, Teploye, Taloe, Khating-Yuryakh, Sergelyakh olan birçok taşkın yatağı gölleri ve büyükleri var. Kıyılar, sığlıklarda sığlarla büyümüştür. Lena'nın sol kök bankası, yaklaşık yüz metre yüksekliğinde, dik bitki örtüsüyle kaplı dik, soddy bir çıkıntı ile Tuymaada vadisine girer. Şehrin yanından, bu uçurumlar bir dağ aralığına benziyor, ancak gerçekte çam karaçamı taiga ile kaplı ve Lena Vadisi'nin üzerinde yükselen hafif tepelik bir ovanın kenarı. Keskin bir tepe noktası olan bu uçurumun yanal mahmuzlarından biri Chochur Muran Dağı'dır.Yakutsk'un merkezi kısmı, Lena Nehri'nin kanalından geniş bir çimenlik düzlükle - Lena Nehri'nin taşkın yatağı olan ve sellerde sular altında kalan “Yeşil Çayır” olarak ayrılır. Sadece Yakutsk nehir limanına Lena kanallarından biri - 60'lı yıllarda şehir barajının inşasından sonra Şehir Kanalı. XX yüzyıl., Sözde nehir limanı için bir durgun su dönüştü. "kanal". Nehir kumlarının birikmesi nedeniyle, bu kanal sürekli sığdır ve navigasyonu sağlamak için tabanı tarak gemileri tarafından düzenli olarak derinleştirilir. Yakutistan hakkında daha fazla bilgi için aşağıdakı Ruhi Çenet ve Sümeyra Çenetin videolarından izleyebilirisiniz. B12 eksikliği belirtileri, B12 vitamininin vücutta olması gereken değerden az olduğu durumların sonucu olarak ortaya çıkan belirtilerdir. Beden ve sinir sisteminin sağlığı için oldukça önem taşıyan B12 vitamini eksik olduğu zaman birçok problem oluşturabilmektedir. B12 vitamininin eksikliğinin kimi zaman hastalıkların belirtisi olabildiği de bilinmelidir. B12 Vitamini Nedir?B12 diğer adıyla kobalamin olarak bilinen vitamindir. Vücudun kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) üretilmesinde büyük önem taşıyan bir vitamindir. Vücudun bütün olarak sağlığının korunmasında oldukça önemlidir. Ancak B12 vitamini yalnızca dışarıdan besinler yoluyla alınabilmektedir. Vücudun kendisinin üretebildiği bir vitamin değildir. Bu yüzden bireylerin beslenmelerine çok dikkat etmeleri, sağlıklı dengeli ve düzenli beslenmeye özen göstermeleri gerekmektedir. Yeteri kadar alınamadığında B12 eksikliği belirtileri gözlemlenir. B12 Eksikliği Belirtileri Nelerdir?
Düzenlemek için buraya tıklayın. Tuva daha doğrusu Tuba adına Çin’in Su sülalesinin (581-618) kayıtlarında rastlanmaktadır. Bu kayıtlara göre Tubalar Kırgızların doğusunda “Küçük Deniz”in (muhtemelen Baykal gölünün) güneyinde ve Uygurların kuzeyinde bulunmaktadırlar. Buna göre Çin kayıtlarında yazılış şekliyle Dubo-Tubalar Sayan dağlarının geniş vadilerinde ve güneyde Tamu-Ola’da meskun idiler. Bugün de Tuvaların oturdukları yerler eskisinden pek farklı değildir ve buraya Tannu-Tuva denilmektedir. Kullandıkları dil Sibir Türk dilinin bir kolu olup, Soyonca veya Uranhayca da denilmişti. Bunların bir kolu olan Karagaslar ise bugün tamamen Tuvalılar içinde kaydedilmektedir. Karagaslara aynı zamanda Tofalar da denilmişti.
1938 yılında Sovyetler Birliği’nin yüzölçümü 21.258.970 km2 idi. 1945’ten sonra ise ve 1990 sonunda 22.402.200 km2’ye ulaşmıştı. Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Harbi’ndeki bu toprak kazancı neredeyse bugün Fransa, İspanya ve Portekiz’in toplam yüzölçümlerine eşitti. Moskova’nın kazançları arasında bugünkü Tuva Cumhuriyeti de dahildi. Sovyetler Birliği henüz II. Dünya Savaşı devam ederken yarı bağımsız Tannu’nu (yüksek dağ) -Tuva Devleti- işgal ederek bu ülkenin 170.500 km2’lik yerini kendi kaynaklarına katmıştı. Tannu-Tuva’nın zengin yeraltı zenginliklerine, ormanlara ve ekinlere çok elverişli topraklara sahip olmasına rağmen halkı çok az idi. II. Dünya Harbi yıllarında halkı 70 binden fazla olmayıp bunun 50 binin Tuvalıların kendileri ve 16 binini de Ruslar teşkil ediyordu. XVIII. yy.’ın ikinci yarısından itibaren Moğolistan’ın hakimiyeti altında bulunan Tuva daha sonraları Çin hakimiyetine geçmişti. 1860’ta Çin-Rus antlaşması gereğince Rus tüccar ve göçmenlerine o günkü adı ile Uranhay-Uygurların ülkesinde yerleşme müsaadesi verilmişti. Milliyetçi Tuva halkı nüfusunun azlığına bakmayarak, 1911’de Çin’de Sun Yat Sen liderliğinde yapılan ihtilali fırsat bilerek bağımsızlığını ilan etmişti. Fakat bu bağımsızlık uzun ömürlü olmadı ve 3 yıldan sonra Rusya’nın himayesini kabul etmek zorunda kaldı. Rusya’daki Bolşevik İhtilali’nden sonra ise komünistlerin tesiri ile 1921’de Tannu-Tuva Halk Cumhuriyeti ilan edildi. İşte 1944’e kadar yarı bağımsız kalan bu Tannu-Tuva Halk Cumhuriyeti tamamen Sovyetler Birliği’ne dahil edilerek kendisine RSFSC’nin bir muhtar bölgesi (Otonom oblast) statüsü verildi. 1961’de bu statü değiştirilerek gene de RSFSC’ye bağlı olan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (MSSC) statüsü verildi. 1991’den sonra Rusya Federasyonu içinde bir cumhuriyet oldu. Tuva Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 170.500 km2 olup, 1989 nüfus sayımına göre nüfusu 308.557’dir. Yenisey’in aşağı mecrasındaki Tuva’ya güneyde Sibirya, batıda Sayan, Altay, Tannu-Ola, Sangilen ve Doğu Tuva dağları çevreler. Kuzeyinde Krasnoyarsk Kray’ı, kuzeybatısında ise aynı kraya bağlı Hakas Cumhuriyeti batısında Altay Krayı ve buna bağlı Gorno-Altay Cumhuriyeti, güneyinde Moğol Cumhuriyeti ve doğusunda Buryat Cumhuriyeti bulunmaktadır. Başkenti Kızıl (daha önce Kızıl Hoto, ondan da önce Hem Beldiri) olup, belli başlı Turan ve Ersin adlı iki şehir de mevcuttur. İklimi çok sert olup karasaldır. Temmuz ayı ortalaması 17°-20°C arasında ve Ocak ortalaması ise -25 ile 35°C derece arasındadır. Vadiler yılda 150 mm. ile 300 mm. arasında yağış alırken, dağ yamaçları 400 ile 600 mm. yağış alırlar. Ülkenin yarısı ormanlarla kaplıdır. 1989 nüfus sayımına göre Tuvalıların nüfusu 206.924’e ulaşmıştı. Tuvalıların ezici çoğunluğu (%95,9) kendi muhtar cumhuriyetinde yaşamaktadır. Bir miktarı ise komşudaki Moğolistan Cumhuriyeti’nde bulunmaktadır. Tuvalıların %95,9’u kendi cumhuriyetlerinde yaşayan bir Türk topluluğudur. Nüfusları az olmasına rağmen benliklerini iyi korumaktadırlar. Tablo 19’dan da görüleceği üzere Tuva ülkesinde diğer bir Türk boyu olan Hakaslardan da bir miktar mevcuttur. Tuva Türkleri Çin kaynaklarında Tu-po , Tu-p'o şekillerinde geçer. Bulundukları yerler kuzeyde Hsiao-hai ile batıda Kırgız Türkleri, güneyde Uygur Türkleri ile sınırlıdır. Üç boya ayrılmışlardır. Her biri kendini yönetir. Otları toplayıp kulübe yaparlar, tarım ile uğraşmazlardı. Tuva topraklarında çok miktarda ve çok türde ot bulunurdu. Bunların köklerini toplayıp şifalı yemekler yaparlardı. Avcılık yaparlardı. Kuş, balık yaygın olarak tüketilirdi. Samur kürk ve geyik derisi giyimleri vardı. Ölüleri ağaç kutu ile dağın içine ya da ağaların üzerine bırakırlardı. Kendilerini saf kan Türk kabul ederler. Toplumda cezalandırmaya gerek duyulmamıştı, çalınan mal olsa iki katı geri ödenirdi. Kurıkan Türklerine yakındırlar. “Tıva” – ırkkökeni ilk defa Sayan-Altay bölgesinde Türk Uygurları ile ilişkilidir. Tuvaları geçim kaynakları göz önüne getirilirse tipik olarak iki gruba ayrılır: - Batı’da: Bozkır bölgelerinde tarım ve büyük-küçük baş hayvancılıkla uğraşanlar. - Doğu'da: Tayga bölgesinde, avcılık ve Ren geyiği-sürübesiciliği yapanlar. Tuva tarihi, antik yerleşim kalıntılardan Paleolitik Çağa kadar geriye gittiği öne sürülür. Sayan Dağları yakınındaki Tayga bölgesinde avcılık ve balıkçık yaparak yaşamışlardır. Tuva'da Sakalardan kalmış birçok buluntu vardır. M.Ö. 2. yüzyılda, Hun İmparatorluğu'nda yerleşik yaşamla birlikte göçebe yaşama da başlamışlardır. Tuva adı eski Çin kaynaklarındaki T'o-pa boy adından gelmektedir. Topalar Eski Türklerin ana toprağı olan günümüzdeki Kuzey Çin topraklarında M.S. 4.-6. asırlarda 200 yıl kadar sürmüş olan Topa Devletini kurmuşlardır. M.S. 500 yılından sonra, Türk yerleşimciler erken-ortaçağ'da Köktürk devletinin parçası olarak bölgede yaşamaya başlamışlardır. M.S. 1000 yılında, Tuba (Dubo) kabileleri dağlık-Tayga'da, Sayan sahasında, Samodi halklarını devirerek bölgeye yerleştiler. 1207 yılında, Tuvalar Cengiz Han'ın işgaline uğramış ve Moğollar bölgede etki alanlarını artırınca, sonunda Moğol İmparatorluğu'nun bir egemenliğinde kalmışlardır. Moğol hakimiyeti yüzyıllar sürse de Tuva Türkleri Türklüklerini kaybetmemişler, Moğollarla ırki karışmaya engel olmuşlardır. O devirde yazılmış olan "Moğolların Gizli Tarihi" adlı eserde Tuva Türklerinden "Tuba" olarak bahsedilir. 1634 yılında, Moğol lideri Ombo Erdeni Altan Han (saltanat. 1627–1651) Rusya'ya bağlılığa yemin edmiştir. 17. yüzyılda Tuvalar Budizmi kabul etmişlerdir. 18. yüzyılda: Mançu ve Ch’ing Hanedanlığı (清朝, Qīng cháo) Tuvalar üzerinde egemen olmuştur. 1883-1885 yıllarında Tuva'da Çin-Mançur yönetimine başkaldıran 300 kadar kahraman Tuvalıdan 60'ı başbuğları Sambajık başkanlığında Ötüken (Ödügen)'i korumak için çetin şartlara rağmen sonuna kadar direnmişlerdir. Bu olay Tuvaların en önemli ayaklanma olayıdır. Sonunda Çin yönetimi acımasızca bu kahramanları yakalayıp başlarını keserek Tuvaların mukaddes saydığı aşıtlara dikmiştir. Tuva Tarihinde bu olaya "Aldan Maadırlar" ve "Aldan Durgunnar" adı verilmiştir. 1911-1912 yıllarında "Homdu Dayını" adı verilen Çinlilerle Moğollar arasındaki savaşa binlerce Tuvalı katılmış ve Çinlilere karşı cephe alarak Moğolları desteklemişlerdir. Tuvalar, 1914 yılında ilk Tuva Halk Cumhuriyeti'ni, sonra Tuva Özerk Sovyetler Birliği Cumhuriyeti'ni, ve en son günümüz de Tuva Cumhuriyeti (Тыва Республика)'ni kurmuşlardır. Ekonomisi esasta köy ekonomisine dayanmakta olup başlıca, besicilik yapılır. Koyun, sığır ye domuz gibi (1970’te 1,1 milyon koyun, 194 bin sığır ve 27 bin domuz) hayvanların dışında at, deve ve Ren geyiği beslenir. Ülkenin yarısının ormanlık olması buralarda vahşi kürk hayvanların avlanmasına müsaittir. Besiciliğin dışında bir miktar ziraat de yapılır. Başlıca, buğday ve arpa üretilir. Yeraltı zenginlikleri yönünden mühim bir ülke olup başlıca, asbest, kobalt, nikel, bakır, cıva, çinko, kurşun, demiş, taş kömürü ve madeni tuz çıkarılır. Başkent Kızıl’da ağaç, deri ve gıda sanayileri mevcuttur. 433 km’lik bir şose yolu mevcut olup ana yollar Kızıl ile Abakan ve Teli ile Kızıl arasındadır. Tuva'da Rusların geçmişteki dini yapılara verdiği zararlar sebebiyle Ruslar pek sevilmez. Tuva'nın tam bağımsızlığı için halkoylaması yapılması ihtimal dahilinde olsa çoğunluk tam bağımsızlığa destek verecek bir politika anlayışı içindedir. Tuva aydınlarının politik anlamda düşünceleri şöyledir. - Tuvaların büyük bir hayali vardır, tam bağımsız Tuva. - Gaspedilen Tuva topraklarının Ruslardan geri alınması gerekmektedir. Tanzıbey tekrar Tuvaların olmalıdır. - Gaspedilen yemyeşil Tuva toprakları Rusya'da çöle düldürülmektedir. Üretim oranın çevre yerlere göre en düşük Tuva'da olması bir iyi niyet ifadesi olamaz. - Tuva'nın Sibirya okruğuna bağlanması hoşnutsuzluk sebebidir. - Tuva'da vatan evlatlarının nüfusunun artırılması ve hedef 1 milyonun üzerinde bir Tuva nüfusuna sahip olmaktır. - İntikam duygusu hala yanmaktadır. Rusların Tuvalara ait dini tapınağı yakması Tuvalar tarafından lanetle karşılanmıştır. - Geçmişte Ruslar ve Çinliler Tuvalara karşı büyük bir soykırım yapmışlardır. - Ruslar ve emperyalist devletler Tuvaların ızdırap çekmelerini istemektedir. - Başkaldırının zamanı gelmiştir. - Egemenliğimizi ve yaşama irademizi ilan etmek istiyoruz. - Yaşasın Tuva halkının yeni mücadelesi - Rusya yönetimini protesto ediyoruz. Ruslar Tuva topraklarından çekilmelidir. Tuva dili bugün işlenmiş bir hale gelmek üzeredir. 1930’da yazı dili Latin harfleri esasına göre düzenlenmişti, fakat 1941’de diğer Türk lehçelerde olduğu gibi Tuvaca için de Kril harfleri icat edildi. Zengin destanlara sahip olan Tuva halkının en meşhur destanı Keser olup 1963 yılında neşredilmiştir (Kızıl). Diğer destanlarında olduğu gibi bu destanda da Tibet-Moğol tesiri kuvvetle sezilmektedir. Sovyet devri yazarları arasında Salçak Toka (doğ. 1901) en meşhurlarındandır. Tuvalılar eski Türkler gibi Şamanist idiler, sonraları Moğolistan’ın tesiri ile Lamaizm de girmişti. Kısacası ufak bir Türk topluluğu olan Tuvalılar, büyük topluluklardan uzak kendilerine has olan kültürlerini muhafaza etmeye gayret etmektedirler. Şu anda sayıları az olmakla birlikte Ruslar arasında erime tehlikesinden uzak gibi gözükmektedirler. Tuva kelimesi günümüzde Tuva'da Tıva şeklinde yazılmakta ve söylenmektedir. Orijinal şeklinin Toba olduğu düşünülmektedir. Toba, toplum anlamına geldiği sanılır. Yenisey akarsuyunun eski adının Toba olduğu ve Toba akarsuyu çevresindeki Türk yerleşimcilere Toba dendiği söylentisi bulunmaktadır. Güney Sibiryadaki Türk toplulukları içerisindeki "Tuo-ba" (拓跋) veya "Tuo-ba Shi" (拓跋氏) diye bilinen kut almış Türk kağan hanedanı Çin'e egemen olduğunda Çin'e Tabgaç denilmiştir. Tuo-ba Türkleri içinde Hun, Dingling, Kırgız, Jujuan, Wuhuan ve doğu Siyanpileri gibi 31 topluluk bulunuyordu[1]. Tuo-ba’lar (拓跋) Kuzey Wei Hanedanlığı (M. Ö. 386 – 534) nı kurarak Çin’i aşağı yukarı 150 yıl hakimiyeti altında tutmuştur. Dolayısıyla batıdaki kavimler Çin’i "Tabgaç" (Taughast) adıyla anmışlardır. Orhun Yazıtları’nda da görülen "Tabgaç" adı Orta Asya’da Çağatay dönemine kadar kullanılmaya devam etmiştir. Fakat Çinliler (Hanlar) "Qin", "Çin" , "Kıtay" , Çin'e egemen olan eski Türkleri ifade eden "Tabgaç, Tawgaç" adını benimsememişlerdir. Çinliler kendileri için eskiden beri "Zhong-guo" (中國), kendileri için de "Xia" (夏), "Han" (漢), "Han-ren" (漢人), "Han-zu" (漢族), "Hua-xia" (華夏) terimlerini kullanmışlardır. Yalnız ilginç olan şudur ki, "Tabgaç (Tawgaç)" adı Tang (T’ang) Hanedanlığı (唐朝) için de kullanılmıştır. Demek ki Çin'e hakim olan Türk kağanlar sülalesinin adı asırlar sonra bile kaybolmamıştır. Mesela Singku Seli Tutung "Hsüan-tsang (Xuan-zang)’ın Biyografisi"nde Çince 唐朝 (Táng Cháo: "Tang (T’ang) Hanedanlığı")yı "t(a)vgač" diye tercüme etmektedir: - "il-lig barca t(a)vgač ilingä kirdi" (Devletlerin hepsi Tang Hanedanlığı’na girdiler). - "ymä kutlug ulug t(a)vgač elin[tä]" (ve kutlu büyük tawgaç elinde (ilinde)). Göktürk Kağanlığı döneminden çok sonralara kadar Çin adı yerine bu sözcüğü kullanmayı sürdürdüler. Çin kaynaklarının Topa diye zikrettiği Tabgaçların adı, Kaşgarlı Mahmut tarafından "ulu, saygıdeğer" diye açıklanmıştır ki yaşadığı dönemde Türkistan coğrafyasına egemen olan Hakaniye Devleti veya gerçek adıyla Türk Hakanlığı hükümdarlarınca "tafgaç, tamgaç" şeklinde unvan olarak kullanılmaktaydı. Modern Köken bilimsel araştırmalarda ise L. Bazin değişik bir yorum getirmiş: Türkçe tab+gaç = (mala, mülke) sahip, malik. Kaşgarlı Mahmut'un Türklüğünü iddia ettiği Tabgaçlar, Çin kaynaklarına göre de Hiung-nu'lardan bir bölüktür ve Motun (Mete)'u eski Toba hükümdarı sayarlar. Çin kaynaklarından saptanan bazı etnografik ve dilsel bulgular da, onların Türklüklerine ilişkin ipuçları vermektedir. [kaynak belirtilmeli]Örnek sunmak gerekirse, kurt ve göç efsanelerinin varlığı; mağara, dağ ve orman kültleri (Tengricilik); dillerinde tespit edilen bitegçin (bitikçi, kâtip), kapukçın (kapıcı,hacip?), atlaçın (atlı, süvari), korakçın (koruyucu,muhafız alayı), aşçın (aşçı), törü (yasa, töre), il (devlet) gibi sözcükler mevcuttu. 6. yüzyılda kurulan günümüz tarihçilerinin Kök Türk Devleti adını verdikleri Türk Kağanlığı kağanlarından Tapar/Taspar Ḳaġan (572-581) hanedanına Çince Tuvaların atası anlamında Tuobo denilmişir. Kağanın adı Türkçe’de Tapar ve Sogdça’da T’sp’r (Taspar) şeklinde geçerken unvânıda Sogdça’da T’sp’r γ'γ'n ve Çince’de Ta/Tuóbō Kěhàn (T’o-bo K’o-han) 佗鉢可汗 şeklindedir. Tarihi kaynaklarda Tuba adına Çin'in Su hanedanının (581-618) kayıtlarında görülmektedir. Bu kayıt kaynaklarına göre Türk kağanının soyundan gelen Tubalar, Kırgız Türklerinin doğusunda ve Baykal Gölünün güneyinbatısında , Uygurların kuzeyinde Yenisey dolaylarında Ötüken taygasında yarı yerleşik olarak yaşamaktadırlar. Çin kayıtlarında türlü yazılış şekli Dubo-Tubalar Sayan dağlarının geniş vadilerinde meskun idiler. Kök Türk Kağanlığından başka ad olarak kullanıldığı bir öbür yer ise Hazar Kağanı'nın adı Tuvan Kağan (825 - 830)dır. "Moğolların Gizli Tarihi" adlı Çince eserde de Tuva Türklerinden "Tuba" diye bahsedilir. Çin Tarihi konusunda uzman olan W. Eberhard Tova (Toba) Devletini kuran 119 topluluğun Türk soyundan gelenler olduğunu belirtir.[6] Günümüzde Tuva (Tıva), Tofa(karagas), Tuba (Altay Türklerinin bir kolu) şekilleriyle karşılaştığımız adlar hep aynı kökene dayanmaktadır. Ünlü Türkbilimci N.F.Katanov da aynı soydan geldiklerini eserlerinde belirtmektedir. Sonuç olarak Tuva, Tofa, Duha, Toba şekillerinde günümüzde İrkutsk'tan Doğu Türkistan ve Altay'a kadar yaşayan Türk soylu Tuva topluluklarının Hun , Tabgaç ve Kök Türk kağanlığı'nın Tanrı'dan kut almış kutlu hakanlar sülalesinden geldiği anlaşılmaktadır. Günümüzde Ötüken ve dolayına, Ötüken tayga bölgesine en yakın Türk topluluğu dahi Tuva Türkleridir.
Aslında Kazaklara yakın olan Karakalpak Türk boyunun yaşadığı bölge olan Karakalpakistan 1925 yılının Nisanı’nda o devirdeki Kazak Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir muhtar bölgesi durumunda idi. Ancak bu muhtar bölge 20 Temmuz 1930’da RSFSC’ye devredildi. İki yıl sonra (20 Mart 1932) Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti statüsünü kazandı ve Aralık 1936’da Özbek SSC’ye dahil edildi. Böylece bir zamanlar Kazak Cumhuriyeti’ne dahil olan Karakalpakistan bugün Özbekistan’a aittir.
Karakalpakistan’ın yüzölçümü 165.000 km2 olup, başkenti, Nukus’tur. 1989 nüfus sayımına göre Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti’nin nüfusu 1.212.207’ye ulaşmıştır. Karakalpakistan’daki nüfus dağılımı ise Tablo 23’teki gibidir. 1989 nüfus sayımına göre toplam nüfusları 411.187’e ulaşan Karakalpaklar %91,8’i kendi cumhuriyetlerinde yaşamalarına rağmen burada Özbeklerle aynı orana (%32) sahip olup ülkede çoğunluğa sahip değildirler. Bu durum onlar adına kurulan muhtar cumhuriyetin sunî bir kuruluş olduğunu gösterir. Kendilerini Kazaklara yakın hissettikleri halde Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti’nde %58,3’lik bir orana, Özbeklere yakın hissettikleri takdirde ise %65’lik bir orana ulaşmaktadırlar. Kısaca Karakalpakistan konusu ileriki tarihlerde bir sürtüşme nedeni olacağa benzemektedir. Karakalpakistan’ın diğer mühim sorunu ise dünyanın en büyük ekolojik probleminin yaşadığı Aral gölü teşkil etmektedir. Karakalpaklar'da İslam dininin sünni fıkıh mezheplerinden biri olan Hanefi (Arapça: الحنفية veya المذهب الحنفي) yaygındır. Ancak, onların İslam dinini benimsemeleri tam dönem olarak bilinmesede, diğer etnik grublar gibi 10. ve 13. yüzyıllar arasında olası daha uygundur. Karakalpak "Kara" ve "kalpak" kelimenin birleşmesinden oluşur. Tarihçi Reşidüddin Hamedani (Farsça: رشیدالدین فضلالله همدانی , Rashid ad-Din Fadhlullah Hamadani)'ye göre Karakalpak Türkleri Moğol işgalinde "Kavm-i külah-i siyah" (kara külahlı kabile) diye bilinirdi. Ortaçağın erken dönemlerinde Karaborkli boyu Aral Gölü yakınlarındaki Peçenek boyu olarak görünüyor. İlmi eserlerde Karaborkli, Karakalpak ve Siyah Kulahan (Siyah şapkalılar) adının aynı anlama geldikleri yazılmıştır. Eski Rus yıllıklarında çorniye klobuki, Arap kaynaklarında karabörklü olarak anılmışlardır. Günümüzde Karakalpak adıyla bilinen halk, tarihi kaynaklarda bu isimle ilk olarak ancak XVI. yüzyıl sonunda (1578) bahsedilir. Tarihçe Uzun yıllar Kazaklarla da iç içe yaşayan Karakalpaklara ilişkin tarihi kayıtlar ancak 16.yüzyıla kadar iner. Eski yurtlarının Kazan ve Astrahan arasındaki Volga kıyıları olduğu, oradan Amuderya çevresine göç ettikleri bildirilmektedir. 18. yüzyılda Amuderya yöresine yerleşen Karakalpaklar , Özbekler ve Kazaklar dışında bölgede az sayıda Türkmen ve Rus azınlıkları da yaşamaktadır. Karakalpakistan, 1936 yılı Aralık ayında Özbekistan’a katılmıştır. 1 Aralık 1990′da Cumhuriyet Yüksek Konseyi tarafından Karakalpakistan’ın özerkliği kabul edilerek Özbekistan’ın ilk ve tek özerk cumhuriyeti olduğu onaylanmıştır. Kentlerde oturanların oranı % 48 dolayındadır. Başlıca kentler Nukus, Hoceyli, Biruni, Tahyataş, Çimbay, Turtkul ve Altıkıl’dır. Anayasa çerçevesinde demokratik bir ülke olan Özbekistan’ın tecrübesine uymayı taahhüt eden Karakalpakistan, aynı zamanda piyasa ekonomisi politikasını gerçekleştirme yolundadır. Ekonomi büyük ölçüde tarıma dayanır. Sınırlı sanayi sektörü hafif imalat kuruluşları, petrol işleyen rafineriler, Hoceyli’deki tersaneyi, kireçtaşı, alçı, asbest, mermer ve kuvarst kaynaklarını kullanan çok sayıda yapı malzemesi fabrikası ve Tahyataş’taki enerji santralından ibarettir. Pamuğun yanısıra yonca, pirinç ve mısır yetiştirilir. Kızılkum çölünde sığır ve karakul koyunu beslenir. Çiftçilerin büyük çoğunluğu ipek böcekciliği ile uğraşmaktadır. Karakalpakistan , pamuk yetiştirme ve pirinç üretiminde önde gelen bir bölgedir. Özellikle tarım ürünleri ve zengin mineral ve hammadde kaynaklarına bağlı olarak çeşitli sanayii dalları bulunmaktadır. Ünlü Mahtumkulu (Türkmence: Magtymguly, Farsça: مخدومقلی فراغی , Makhdumqoli Faraghi) Türkmen şairin güçlü şiirlerii, sadece Türkmen şairlerine tesir etmemiş; Berdak (Karakalpakça: Berdaq G'arg'abay ulı), Acıniyaz (Karakalpakça: A'jiniyaz Qosıbay ulı) ve Gunhoca gibi XIX. yüzyıl Karakalpak şairlerini de etkilemiştir. Mahtumkulu'nun şiirlerinin çoğunu Berdak ve Aciniyaz, Karakalpak Türkçesine aktarmışlar; bu şiirler, halk arasına yayılmış ve sonradan bazıları Karakalpak şairlerinin şiirleriyle karıştırılır hale gelmiştir. Bunların çoğu, halk arasında Acıniyaz'ın ve Berdak'ın şiirleri olarak bilinmektedir. Şöhreti Karakalpaklar arasında yayılmış olan Mahtumkulu'nun şiirleri, Karakalpak düğünlerinin türküsü ola gelmiştir. ,Bu Türk cumhuriyeti hakkında bilgi vermeden önce, kısaca “Başkurtluk” meselesi hakkında bilgi vermekte fayda vardır. 1917 Bolşevik İhtilali’nden önce İdil-Ural’da “Başkurtluk” meselesi diye bir problem yoktu. Çünkü Tatarlarla Başkurtlar arasındaki, (bu adların bin yıl önce bu yöre halkları için kullanılıp kullanılmadığı kesin olarak bilinmemektedir) iktisadî ve siyasî temaslar belki de bundan bin yıl önce başlamış olup, bu iki Türk boyu aynı hanlığın sınırları (Kazan Hanlığı) içinde yaşamış, Rus istilasının acısını birlikte çekmişler, başta siyasî daha sonra ise sıkı içtimaî ve medenî sahalardaki işbirliği onların tamamen kaynaşmasına sebep olmuştu. 1552’de Kazan Hanlığı’nın yıkılmasından sonra bu iki Türk boy müşterek düşmanları Ruslara karşı birlikte ayaklanmışlardı. Başkurtların daha yoğun olduğu bölgelerde ayaklanmalar XVIII. yy.’ın sonlarına kadar sürmüş olup, en büyük ayaklanma 1774’te vukuu bulmuştu. Fakat sonunda güçsüz düşen Başkurtlar da Rus hakimiyetine boyun eğmek zorunda kaldılar. Başka bir ifade ile Müslüman Başkurt-Tatarlar, Hıristiyan Rusların hakimiyetini büyük karşı koymalardan, büyük kayıplar sonra kabul etmek zorunda kaldılar. Fakat Sovyet tarihçileri bu gerçeği nedense görmezlikten gelmekte. Tatarlar da Başkurtlar da arzuları ile Rus Devleti yönetimini kabul ettiler diye yazmakta ve hatta ilmî (?) sempozyumlar düzenlemekte idiler. Rus tarihçileri bu nevî uydurma gerçekleri fethettikleri başka ülke ve halklar için de kullanmakta çekinmemekteydiler. Îlmî gerçeklerin bu şekilde tahrif edilmesi ancak rejimin arzuları ile izah edilebilir, işte asırlar boyu kaynaşmış olan iki Türk topluluk Tatar ve Başkurtları hem siyasî hem de kültürel yönden parçalamada da Sovyet yönetiminin arzuları, yani “böl ve idare et” prensibi yatmaktaydı. Çünkü en azından dört asırlık bir devirde Tatarlarla Başkurtlar birbirleriyle tamamen kaynaşmışlar, din, ahlak, tabiat, örf, adet, gelenek, dil ve kültür bakımından birbirine gereği gibi tesir etmişlerdi. Bu kaynaşma ve karşılıklı tesirler sonucunda müşterek yazı dili ve edebiyatı gelişmişti. Fikir ve bilim adamları medreselerde okuyanlar arasında yetişiyordu. Kazan ilindeki medreselerle, Başkurt ülkesindeki Orenburg, Kargalı, Ufa, Troyskiy, İsterlibaş vb. şehir ve kasabalardaki medreseler arasında eğitim ve öğretim usulleri bakımından hiçbir fark yoktu. İmamlar ve müderrisler arasında Kazanlılar bulunduğu gibi, birçok Başkurt da bulunuyordu. Bu hususta hiçbir türlü ayrılık-gayrılık ve yadırgama olmazdı. Bu gibi medreselerde okuyan bir Başkurt, hiçbir zaman Başkurt lehçesinde yazmazdı. Başkurtça ancak konuşma dili olarak yaşamıştı. Son devirlerin tanınmış yazar, tarihçi ve şairlerinden Habiünnecar Öteki, Zeki Velidî (Togan) ve Şeyhzade Babiç ve başkaları eserlerini Başkurt lehçesiyle değil, Kazan yazı dili ile kaleme almışlardır.
Şubat 1917 İhtilali patlak vererek değişik siyasî ve milli güçler etkinliklerini artırdığı dönemde Ahmet Zeki Velidi liderliğindeki Başkurtlar, Tatar aydınlarının kültürel milli muhtariyet tezine karşı çıkarak, tek başlarına “Küçük Başkurdıstan” kurma faaliyetlerine giriştiler. Bunu gerçekleştirmek için başta Bolşevikler aleyhindeki çarlık taraftarı güçlerin lideri General Kolçak’la işbirliği yaptılar. Kazak milli hareketi “Alaş Orda” da bu işbirliğine katılmıştı. Ancak Rus Kozaklarının lideri Dutof ve Kolçak’la uzlaşmaya varılamayınca Zeki Velidi bu sefer Lenin ve Stalin’le işbirliği yapmak zorunda kaldı. Ancak Bolşevik rejiminin milletler komiseri (bakanı) olan Stalin başta “Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti’ni” ilan etmiş ve Ahmet Zeki Velidi’yi azletmişti. Neticede, O Türkistan dolaylarına kaçmak zorunda kaldı. Böylece “Küçük Başkurdıstan” hayali yıkılmış oldu. İç savaştan başarılı çıkan Bolşevikler de çok geçmeden “Tatar-Başkurt Sovyet Cumhuriyeti” yerine 1919’da Başkurdıstan, 1920’de Tataristan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerini ilan ettirdiler. 23 Mart 1919’da RSFSC’ye dahil olarak kurulan Başkurt Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin (MSSC) başkenti Ufa olup, toplam nüfusu 3.943.113’dü. (1989). Yüzölçümü 143.600 km2dir. Başkurt Cumhuriyet’i Güney Ural’dan batıya doğru Belaya (İşimbay) ve Kama nehirlerine kadar uzanır. Ülkenin batı kısmının yarısı vadilerle bölünmüş yaylalardan ibaret olup, bu bölüm verimli “kara toprakla” örtülüdür ve burada başlıca buğday yetiştirilir. Bozkırlarda ise hayvancılık yapılır. Doğuya Ural’a doğru olan kısımlar ise sık ormanlıklarla kaplıdır. Bugün Başkurdıstan idarî yönden 5 rayon (mahalle) ve 17 şehre ayrılmıştır (Ufa, Sterlitamak, Oktaybirski, Beloret, İşimbay, Salavat, Kümirtav, Sibay ve Belebey). Başkurdıstan’ın sunî bir kuruluş olduğu, Cumhuriyet’in nüfus dağılımından da anlaşılmaktadır. 1989 sayımına göre 1.449.462 Başkurt’un %92,8 (1.345.231) Rusya Federasyonu’nda, bunun da %59,6’sı (863.808) kendi adlarına kurulan cumhuriyette yaşamaktadırlar. Tablo 4 incelendiğinde Başkurtların cumhuriyet genel nüfusunda ancak üçüncü sırayı aldıkları anlaşılmaktadır. Tablo 4’ten de görüleceği üzere Başkurtlar diğer iki Türk topluluğu Tatar ve Çuvaşlar ile %53,32’lik bir orana ulaşabilmektedirler. Tablo 4 incelendiğinde 1979 ile 1989 yılları arasında Başkurt nüfusunda bariz bir azalma, Tatar nüfusunda ise olağan üstü bir artış gözlenebilir. Aslında bu aldatıcı bir durumdur. Çünkü 1989’a kadar nüfus sayımlarında Tatarların bir kısmı zorla Başkurt diye kaydedilmişti. Ancak liberalleşme politikası ile birlikte bu uygulamadaki katılıktan vazgeçilmesi Tablo 4’ün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Başkurtların %59,6’sı kendi cumhuriyetlerinde yaşarken %32,2’si Cumhuriyete komşu Çelyabinsk, Perm, Samara, Orenburg, oblastlarında Tataristan Cumhuriyeti’nde ve Rusya Federasyonu’nun diğer bölgelerinde yaşadığı anlaşılmaktadır. %7,2’si ise Tatarlar gibi Orta Asya cumhuriyetlerinde bulunmaktadır. Başkurdıstan’ın siyasî yapısı ve yönetimi de, diğer muhtar cumhuriyetlerde olduğu gibi Tataristan’daki duruma aynen benzemektedir. Siyasî ve ekonomik kararlarda yerli halkın, yani Türklerin bir ağırlığı olmamaktadır. Tataristan gibi Başkurdıstan’da da başkanlık sistemi mevcut olup, Murtaza Rahimov Cumhurbaşkanıdır. Türkiye ile ilişkileri Tataristan’la nazaran daha az olmakla birlikte, bir hayli Başkurt öğrenci, Tatar ve Çuvaş öğrenciler gibi Türkiye’de tahsil görmektedirler. Bu Türk cumhuriyette de petrol ve tabiî gaz yatakları mevcuttur. Tuymasi-Ufa-Omsk (Sibirya), İşimbay-Şkapova -arasında petrol hatları mevcuttur. Şkapova-İşimbay ile Magnitogo arasında ise tabiî gaz hatları geçmektedir. Rafineriler ve petro-kimya fabrikaları (Ufa-İşimbay-Salavat) Başkurdıstan’ın ana ekonomisini teşkil ederler. Güneyde Kuyurgas’ta kömür, Baymak’ta bakır, Novaya Priştina’da boksit ve başka bölgelerde de altın, manganez, krom ocakları mevcuttur. Yılda takriben 40 milyon ton petrol, 3,5 milyon m3 tabiî gaz elde edilir. Son yıllarda bu miktar oldukça azalmıştır. htilalden önce, yukarıda da belirttiğimiz üzere, bütün Başkurtlar, Tatarca eğitim görmekte idiler. Sovyet hakimiyetinden sonra 1920’lerde artık bu bölgede Türkler için iki ayrı şivede eğitim başlatılmış oldu. 1966/1967 ders yılında 7 ayrı dilde eğitim yapılmakta ve 762 Başkurt, 1070 Tatar ve 2085 Rus okulu mevcuttu. Sovyet yönetimi Başkurdıstan’da okuma-yazma probleminin çözüldüğünü belirterek okuma-yazma oranının Başkurtlarda %98,9 Tatarlarda 99,1 ve Ruslarda 98,6 olduğunu belirtmekteydi. Başkurdıstan’da yöneticiler her fırsatta Tatar-Başkurt ayırımını yapmakta Cumhuriyetteki oranları hayli düşük olmasına rağmen onlardan daha fazla sayıda öğrenciyi yüksek okullara kabul etmekte, ilmî kadrolara getirmekte, Tatarlar ile Başkurtlar arasında haksız bir rekabet yaratarak, bu iki kardeş boyu bir birine düşürmeye çalışmaktadırlar. İlk ve ortaöğretimde bu nevî bir ayırım yapmak hayli zorsa da yüksek tahsilde bunu uygulamak daha kolaylaşmaktadır. Tablo 8 ve 9’daki istatistiki rakamlar bu durumu daha bariz gözler önüne serecektir. Talebeler arasındaki oranı incelediğimizde Başkurtların kendi nüfuslarından daha fazla oranda yüksek tahsil talebesine sahip olduğunu görmekteyiz. Fakat Başkurdıstan’daki Tatar ve Başkurtların toplamından daha az sayıya sahip olan Ruslara yüksek okullarda daha fazla yer verildiği de dikkatten kaçmamalıdır. Havacılık enstitüsü gibi stratejik ehemmiyeti olan bir meslek branşında ise büyük ağırlığı Rusların teşkil etmesi de ayrıca dikkat edilmesi gereken bir husustur. Başkurdıstan’daki ilmî kadroların millî dağılışını incelediğimîzde de durum yukarıda belirttiğimiz görüşleri teyid eder mahiyettedir, l Ocak 1967 tarihine göre Başkurdıstan’daki ilmî kadroların dağılışı Tablo10’daki gibi idi. Başkurdıstan’da irili ufaklı Rusça 68, Başkurtça 21 ve Tatarca 5 gazete Başkurtça 5, Rusça 3 ve Tatarca l dergi çıkmaktaydı. Fakat bunlar Tataristan örneğinde de belirttiğimiz üzere mahalli gazete ve dergiler olup, kayda değer ehemmiyetleri yoktur. Dergiler arasında ancak üç tanesi kayda değerdir. İlki ve en mühimi Başkurdıstan Yazarlar Birliği’nin yayın organı olan Agidil’dir. Bu edebiyat, sanat, kültür ve politika dergisi Tataristan’daki Kazan Utları dergisinin muadili durumundadır. Agidil dışında Başkurdıstan Ukutisıhı (Okutucusu) adlı pedagojik dergi ile Henek (Yaba) adlı mizah, Başkurdıstan’ın kültür hayatında mühim bir yer işgal ederler. 1966’da Başkurtça toplam tirajı 841 bin olan 141 kitap, toplam tirajı 1.350.000 olan beş dergi basılmıştı. Ufa radyosu Rusça başta olmak üzere Başkurtça ve Tatarca yayınlar yapmaktadır. Başkurdıstan’da 4600 okulda toplam 800 bin öğrenci okuduğu Rusça, Başkurtça, Tatarcanın dışında Mari, Mordva, Çuvaş ve Umdurt dillerinde de dersler alabilmektedir. Cumhuriyetin 84 teknik okulunda tahsil görenlerin sayısı ise 33 bine ulaşmıştır. Başkurdıstan’ın yedi yüksek okulunda 1600 pedagog görevlendirilmiş olup, bunların 440’ı öğretim üyesidir. Bugün Başkurdıstan’ın başkenti olan Ufa XVIII. yüzyıldan itibaren Rusya’nın Avrupa bölümündeki Türklerin dini merkezi olmuştur. II. Katerina tarafından 1789’da kurulan müftülük 1943 yılında tekrar organize edilmiştir. Kısa süre öncesine kadar Ufa “Sovyetler Birliği Avrupa bölümü ve Sibirya Müslümanlarının Ruhani İdare”sinin merkezi idi. Başkurdıstan bütün Başkurtların %60’ının yaşadığı bir muhtar cumhuriyeti olup, esasta bu Cumhuriyetin esas halkı olan Tatar ve Başkurtlar bir takım hakların dışında fazla söz hakkına sahip değildirler ve ekonomiye büyük katkıları olduğu halde, dünya kamuoyundan tecrit edilmiş durumdadırlar. 1990’larda Başkurtlarda da millî şuurun canlanmaya başladığını görmekteyiz. Başta “Ural” olmak üzere değişik millî ve siyasî cemiyetler kurulmuştur. Bu dernekler değişik toplantılar düzenleyerek bilhassa Başkurt nüfusunun azalması konusunu gündeme getirmektedirler. Moskova’nın uyguladığı politikalar nedeniyle Başkurtlar problemlerinin nedenlerinden biri olarak da Tatarları görmektedirler. Bu nevi bir yaklaşım ve Başkurdıstan’daki Tatarlara baskı uygulama eğilimleri iki kardeş toplumu bir birine düşürmüş bulunmaktadır. En son olarak “Ural”, Başkurt Halk Merkezi, Başkurt Gençler İttifakı ve Başkurt Kadın-kızlar Teşkilatı 22-23 Şubat 1991’de Ufa’da “V. Bütün İttifak Başkurt Halk Toplantısı”nı düzenlediler. Bu kongrede “Başkurt halkının durumu ve milleti canlandırma ile ilgili manifesto” ilan edildi. Kısacası Başkurtlar da kendi imkanları çerçevesinde millî şuuru canlandırmaya gayret etmektedirler. Ancak Başkurdıstan’ın resmî yönetimi Rusya Federasyonundan kopma gücünü gösterememiştir. 31 Mart 1992’de yeni federasyon antlaşmasını imzalayarak Moskova’ya bağımlılığını göstermiştir.
1989 nüfus sayımına göre nüfusları 81.428 olan Hakaslar, başlıca Krasnoyarsk Krayı’na bağlı olan Hakas Muhtar Bölgesinde (oblast) yaşamaktadırlar. Hakasların Kırgız ve Sagay gibi iki mühim kolu bulunmaktadır. Çin kaynaklarında bu Kırgız boyuna “Heges” denildiği için aydınlar kendi ülkelerîne Hakas adını vermişlerdir. Meşhur müsteşrik Katanov, etnograflar Maynagaşov ve Kızlasovta Hakas asıllıdırlar.
Bunlardan Katanov’un kütüphanesi Türkiye’ye getirilerek Türkiyat enstitüsünün temelini teşkil etmiştir. Hakasça, Uygur şivesine yakındır. Hakas halk edebiyatının ürünleri Kastren, Radloff ve Katanov tarafından toplanmıştır. Bugünkü günde yazı diline sahip olan Hakasların dil ve edebiyat enstitüleri mevcuttur. Çoğunluğu Rusya Federasyonu’na bağlı Hakas Özerk Cumhuriyeti’nde yaşayan Hakaslar da Tuvalar gibi Milat sıralarından başlayarak farklı güçlerin egemenliğinde yaşamış, 1727 ise Rusya’nın hakimiyetine girmişlerdir. Statüsü 1923’te özerk bölge, 1930’da ise özerk cumhuriyet olarak belirlenmiştir. Hakas adı, Kırgız sözcüğünün Çincedeki Heges biçiminden gelir. Hakasça da Sovyet Devrimi’nden sonra yazı dili haline getirilmiştir ve Sagay, Beltir, Kaça, Koybal, Kızıl ve Şor ağızlarının ortak yazı dilidir. Hakasça konuşur sayısı 1989 sayımına göre 81.428’dir; 2000 yılında 96 bine ulaştığı sanılmaktadır. İlk Hakas alfabesi 1926’da Kiril harfleriyle düzenlenmişse de Hakasça 1929-39 yılları arasında Latin harfleriyle yazılmıştır. 1939’dan başlayarak yeniden Kiril harflerine geçilmiştir. Hakasçanın ayırıcı özelliklerinin başında Eski Türkçe söz içi ve söz sonu d sesinin z’ye değişmesi gelir: adak>azah “ayak” vb. Bir diğer ayırıcı özelliği söz başındaki y- sesinin, Tuvacada olduğu gibi, ç-‘ye değişmesidir: yadag>çazag “yaya”, yıl>çıl vb. Hakasların topluca yaşadıkları Hakas Cumhuriyeti batıda Kemerovsk Oblastı, güneybatı ve güneyde Altay Muhtar Bölgesi ve Tuva ile sınırdaştır. Ülkenin 2/3 dağlıktır. Bu ülkenin yüzölçümü 64.400 km2 olup, idari merkezi Abakan’ın dışında Minusinsk adlı bir şehri daha bulunmaktadır. 1989 nüfus sayımına göre BDT’de 81.428 Hakas mevcuttu. Yoğun olarak (%77,2) Hakas Cumhuriyet’inde yaşarlar. Ancak Tablo 20’den de görüleceği üzere burada da ufak bir azınlık durumundadırlar. Hakaslar bölgelerindeki %2’lik (veya 12.568 kişi) diğer Türk boylarına mensup olanlar da dahil etkili bir topluluk olmaktan uzaktırlar. Bölge tamamen bir Rus yerleşim merkezi görünümündedir. 16.379 Hakas, Rusya Federasyonu’nun başta Hakas Cumhuriyeti’ne komşu olan bölgelerine yerleşmişlerdir. Hakaslar eskiden göçebe olan Sibiryalı bir Türk halkıdır. Ama günümüzde bölge nüfusunun yaklaşık % 80'ini Ruslar oluşturur. Toplam nüfusu 498.384 olan Hakas Muhtar Bölgesi nüfusunun ancak % 11.1'i Hakas'tır. 1989 nüfus sayımına göre nüfusları 110.000 olan Hakas'lar başlıca Krasnoyarsk Krayı'na bağlı olan Hakas Muhtar Bölgesinde yaşamaktadırlar. Hakasların Kırgız ve Sagay diye iki kolu bulunur. 2009 yılı verilerine göre Hakas Cumhuriyetinin nüfusu - 538 054 kişidir. , Ülke yüzölçümünün kilometre karesine — 8,7 kişi./km² düşer, nüfusun - % 71,1 kadarı şehirde yaşamaktadır. 2002 nüfus sayımlarına göre Hakas cumhuriyetinin etnik nüfus dağılımı şu şekilde belirtilmiştir. Hakaslar örf ve adet bakımından Altay Türklerine benzerler. Erkek elbiseleri Ruslarınki gibidir. Kadınlarınki daha farklıdır. Saçlarına süs esyaları takarlar. Genç kızların yörüklerdeki gibi 15-20 örgülü belikleri vardır. Evlenmelerde kız beğenme, kız isteme, düğün ve düğün ziyaretleri merasimleri vardır. Kalın (gelin) kaçırma ve karşılığında kız tarafına "kalın ödeme" adeti vardır. Evli kadınların kocalarını terketmesi halinde "kalın" erkek tarafına geri ödenir. Doğan çocuklara eski adetlere göre ad verilir. Çocuklar altı aylık olduğunda resmi olarak hristiyan gözüktükleri için vaftiz edilirler ve bir hristiyan adı alırlar; ancak bu ad günlük yaşamda kullanılmaz. Şaman dininin kurallarına göre hareket ederler. Tahta sandıklara kotydukları Ölülerine elbise giydirip mezara atının eğeri ile birlikte kurganlara gömerler. Gömülmeden sonraki üç, yirmi, kırk ve yüzüncü günlerde çeşitli törenler yapılır ve yemek verilir. Kırkıncı gün töreninde ölenin atı kesilir, eti yenir; atın başı bir mızrak ucunda mezarın başına dikilir. Hakas Muhtar Bölgesi’nde, ekonomik kaynaklardan kömür, demir, altın, mermer vb. sanayi hammaddesi zengindir. Ayrıca kereste işletme sanayii gelişmiştir. Ekonomi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Bitki üretimi de yeterli düzeydedir. Koyun ve keçi besiciliği hala önemli bir ekonomik etkinliktir. Son yıllarda alçak kesimlerde gerçekleştirilen sulama projeleri otlaklarda beslenen hayvan sayısını, ekili arazilerin yüzölçümünü ve başta buğday, yulaf, darı ve patates olmak üzere tarımsal üretimi artırmıştır. Rusların bölgeye yerleşmesine de etkili olan bakır madenciliği 18. yy’dan beri önemini korumaktadır. Abaza ve Teya’da zengin demir cevherleri; yukarı Çulım’da altın, Çemogorsk’ta kömür, Aksiz’de barit çıkartılmaktadır. Bölgede ayrıca bakırtungsten yatakları da vardır. Ormanlar önemli kereste kaynağıdır. 1980′lerin başında Yenisey Irmağı üzerindeki Sayanagorsk’ta yapılan 6.400 megavat kapasiteli hidroelektrik santralından Minusinsk Havzasındaki sanayi için gerekli enerjinin sağlanması planlanmış ve elektrik enerjisi ihtiyacını karşılamaktadır. Tarihi Hakaslar, Türk boyu olup Güney Doğu Sibirya da yaşamaktadırlar. Hakaslar 1800'lü yıllarda Rus İmparatorluğu'na katılmış, 1930 da özerk bölge statüsüne kavuşmuşlardır. Hakaslar eski şamanizm inancına sahiptirler. Hakasların iki bin yılı aşan tarihleri onların bir Kırgız grubu olduğunu göstermektedir. Tanrı Dağı Kırgızlarının dünyaca ünlü büyük destanları Manas da bu tarihi olaydan bahsetmektedir. Manas Destanı'nın anlattığına göre Tanrı Dağı Kırgızları Yenisey bölgesinden bugünkü vatanlarına Manas Han önderliğinde göç etmişlerdir. 9. yüzyıl Çin kaynakları Kırgızlardan "Heges" veya "KieKiaSe" adıyla bahsetmektedir. Sonraki yıllarda Tanrı Dağı Kırgız boylarının Müslümanlaşma ve yaşanılan bölgeler arasındaki mesafenin uzak olması nedeniyle Yenisey Kırgızlarının ayrı bir kimlik benimsemesini ve Hakas adını kabullenmeleri sonucunu doğurmuştur. Yüzölçümü 61.900 km² dir. Yenisey Irmağının yukarı kesimindeki geniş Minusinsk Havzasının batı yarısında yer alır. Yenisey Irmağının kollarından, Abakan Irmağı bölgenin ortasından geçer. Irmak vadisinin güneyinde, Karagoş Dağında 2.930 m'ye kadar yükselen Batı Sayan Dağları bulunur. Kuzeyindeki Akaban ile Kuznetsk Alatau Dağlarının en yükseknoktasıyla 2.178 m yüksekliğindeki Verhni Zub'dur. Kapalı havuzda kurak ve sert bir kara iklimi egemendir. Bu nedenle alçak kesimler bozkırlar ve ormanlık alanlarla kaplıdır. Ama 1954'ten sonra özelliklede bakir ve boş topraklann çoğu tarıma açılmıştır. Dağlar çam, köknar ve ladin ormanlarıyla kaplıdır.
İçim o kadar acıyor, o kadar sızlıyor ki. Görüntüleri izledikçe, Doğu Türkistan‘daki Uygur Türkü kardeşlerimin çektiği ıstırabı hissediyor, kahroluyorum. Onların yaşadığı çaresizliği, umutlu bekleyişlerinin karanlıklara hapsolduğu anları usumdan çıkaramıyorum. Hele şu görüntülerde izleyeceğiniz ufacık çocuğun yaşadığı korku dolu, kimsesizlik kokan çaresiz bakışlar günlerdir gözlerimin önünden gitmiyor.
Bu duygu dolu anlarda acımalarım kime biliyor musunuz? Gözünü kan bürüyen, soysuz Çinlilerin soydaşlarımıza yaptığı işkencelere veya emperyalist, kapitalist güçlerin bu zulüm karşısında hiç mi hiç ses çıkarmayışlarına değil kuşkusuz. Onlar, yaratılışlarının ve içinde bulundukları dünya görüşünün gerektirdiği gibi davranıyorlar. Nasıl ki bir köpeğin havlaması garipsenmezse, emperyalizmin de ezilen insanları desteklememesi hiç yadırganmamalı. Üzüldüğüm şey, bizden imdat bekleyen Uygur Türkleri’ne hiçbir şey yapmayışımız, yapamayışımız. Türkiye, dünyadaki Türk devletlerinin en güçlüsü olarak dünya devletleri üzerinde belli derecede söz sahibi olmasını kullanabilir ve belki Çin’in bu politikadan vazgeçerek TÜRKler’e soykırım yapmasını siyasi yollarla engelleyebilir. Hatta Çin’e nota vererek, onları savaşla tehdit edebilir. Türkiye’nin gücü buna yeter, hatta artar. Hiç olmazsa Türkiye’de yürüyüşler ve imza kampanyaları düzenlenip Uygur Türkleri‘ne destek sağlanabilir. Fakat söylediklerim nafile. Ne Türk halkından bir ses çıkıyor, ne de devlet büyüklerinden. Filistin için sokaklara dökülenler, şimdi neredeler? Doğu Türkistanlılar kanı, dili, dini, kültürü ve tarihi bizimle aynı olan kardeşlerimiz. Filistinliler ise yalnızca müslüman oldukları için bize yakınlar. Şimdi Filistin için yollara dökülürken, Doğu Türkistan’daki olaylardan habersiz yaşayana TÜRK diyebilir misiniz? Kül Tigin’in tek mızrakla on tanesini yere serdiği aşağılık çinli köpekler, Türk korkusundan Çin Seddi’ni yaptıklarını unutmuş gibi (veya onun intikamını alırcasına) zavallı bir çocuğu böyle dövüyorlar. Ey TÜRK, şimdi sen bu zulmün karşında sustuğun sürece, güzel günler göreceğine inanıyor musun? Tanrı TÜRK’ü korusun! Orkun KUTLU Uygur türkleri ile ilgili BBC araştırmalarının youtube videolarını izleye bilirsiniz...
Gagavuzlar Türk dünyasının Hrıstiyan Ortodoks bir topluluğudur. Gagavuzların menşei ile ilgili pek çok nazariye vardır. Gagavuzların Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a gelen Türk boylarından Hıristiyanlaşanlar, Anadolu’dan Keykavus ve Sarı Saltuk ile beraber gelen Türklerin Hrıstiyanlaşmaları ve Osmanlılar döneminde Anadolu’dan Balkanlar’a geçen Hrıstiyan Türk topluluklarının bir karışımı olduğu ileri sürülmektedir. Bir başka söyleyişle, Gagavuzlar, “Peçenek, Uz ve Kumanlarla Anadolu Selçuklu Türklerinden meydana gelmiş, onların sentezi olan bir Türk toplumudur”. Ortodoks Hrıstiyanlığı benimsemiş olmalarıyla birlikte dilleri Anadolu Türkçesine çok yakındır. 1989 yılında yapılan nüfus sayımına göre, eski Sovyetler Birliği’nde Gagavuzların sayısı 197.164’tür. Bunların %78’i Moldavya’da, %16’sı Ukrayna’da ve kalan %5’i ise Rusya Federasyonu başta olmak üzere Kazakistan, Beyaz Rusya, Özbekistan, Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Litvanya ve Estonya’ya dağılmış durumdadır. Bulgaristan başta olmak üzere, Romanya, Yunanistan ve Makedonya’da da Gagavuzlar yaşamaktadırlar. Moldavya’daki Gagavuzlar, 5 Mart 1995’te yapılan bir referandum sonucunda özerkliklerini elde etmişlerdir. Başkenti Komrad olan bu bölgeye Gagavuz Yeri denilmektedir. Çadır ve Valkaneş Gagavuz Yeri’nin diğer şehirleridir.
Gagavuz aydınları son yıllarda Türkiye’deki aydınlarla ve edebiyatçılarla ilişkilerini kuvvetlendirmektedirler. Ana Sözü gazetesinde Türkiye Türkçesi öğretilmekte ve büyük ilgi görmektedir. Gagavuz aydınları Türkiye’den sonra Türk dünyasından en fazla Azerbaycan edebiyatçılarını ve sanatçılarını tanımaktadırlar. 20. yüzyıl Gagavuz edebiyatının en belirgin özelliği mahalliliktir. Gagavuzlarda şiir en önde gelen edebiyat türüdür. Nesir tarzında masal, fıkra, hikaye ve anektodlara rastlanır. Roman ve tiyatro pek yoktur. Gagavuz Türkçesini kullanarak 20. yüzyılda eser veren belli başlı Gagavuz edebiyatçıları şunlardır: Mihail Çakır, Nikolay Petroviç Arabacı, Nikolay Georgieviç Tanasoğlu, Dimitri Karaçoban, Diyonis Tanasoğlu, Nikolay Babaoğlu, Mina Kösa, Gavril Gaydarci, Stepan Kuroğlu, Vasi Filioğlu, Stepan Bulgar, Todur (Fedor) Marinoglu, Petr Gagauz-Çebotar, Todor (Fedor) Zanet, Petr Yalanji ve Tudorka Arnaut.92 1989 nüfus sayımına göre 197.164 kişi olan Gagauzların %77,5’i (152.752) II. Dünya Savaşı’nda Romanya’dan ilhak edilen Moldova Cumhuriyeti’nin Komrat, Çadır, Lungak, Bulganetse gibi şehir ve bölgelerinde yoğun bir şekilde bulunurlar. Bunun dışında %16,23’ü (32.017) Ukrayna, 10 bin kadarı Rusya Federasyonu’nda, bin kadarı Kazakistan’da bulunur. BDT’nin dışında ise Kuzeydoğu Bulgaristan ile bilhassa Dobruca’da mevcutturlar. Gagauz şivesi Türkiye Türkçesine çok yakındır. Onları diğer Türklerden ayıran özellik Hıristiyan (Ortodoks) olmalarıdır. Türkiye’ye göçenlerin ekseriyeti ise İslamiyet’i kabul etmiştir. Eski Türk kavimi Uzların (Oguz) kalıntısı olduğu tahmin edilen bu Türk boyunun adı Gök-Oguz (bundan Gagauz) olduğu iddia edilmektedir. Deliorman Türkleri, Asparuh Bulgarları da denilen Gagauzlar çok geç tarihlerde alfabeye kavuşmuşlardır. 1895-1909 yıllarında Rus-Kril harfleri esasında bir alfabe düzenlenmişti. Romanya’dakiler ise Romen-Latin harflerine dayanan alfabe kullanmışlardı. Sovyetler Birliği’nde ise 1932-1957 yılları arasında Latin harfleri kullanan Gagauzlar bu tarihten sonra diğer Türk boyları gibi Kril esasına dayanan alfabe kullanmak zorunda bırakılmışlardır. 1991’den sonra Türkiye ile ilişkileri artmış, bilimsel, eğitim, ufak çaplı ticaret ve çalışma ilişkileri tesis edilmiştir. Gagauzların büyük sıkıntısı Türkiye’de bulundukları esnalarda bazı kesimlerin kendilerini İslamiyet’e davet etmeleridir. 1991 yılında Moldova bağımsızlık kazanınca Gagauzların da talepleri doğrultusunda güneybatısındaki bölgeye 23.12.1994’te Gagauz Cumhuriyeti adıyla özerklik verdi. 1.800 km. karelik alanı kapsayan bu Gagauz Cumhuriyeti’nin toplam nüfusu 200 bin ve başkenti Komrat’tır. 35 kişilik bir halk meclisi bulunmaktadır. Bugün yaşlı ve okuma-yazma bilmeyenler yalnızca Türkçe konuşmaktadırlar. Sovyetler Birliği zamanında Rusça’nın okullarda zorunlu hale getirilmesi sonucu Gagavuzlar, iki dilli olmuşlardır. Moldova’da yaşayan milletler içinde Rusça’nın ikinci dil olarak konuşulma oranının en yüksek olduğu grup Gagavuzlardır. Gagavuzların %74′ünün Rusça’ya vakıf oldukları tespit edilmiştir. Okullarda kademeli olarak Latin Alfabesi ve Gagavuzca eğitim verilmeye başlanmıştır. Gagavuzca yayınlanan gazetelerden başlıcaları Ana Sözü ve Gagavuz Sesi Gazetesidir. Ayrıca Saba Yıldızı adlı bir dergi de yayın hayatına başlamıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in T.C. Bükreş Büyükelçisi olduğu dönemde (1931-1944) Gagavuzlar Türkiye’nin gündemine gelmiştir. Bu dönemde Gagavuz Yeri’nde Türkçe kursları açılmış ve Türkçe kitaplar gönde-rilmiştir. Öte yandan bazı Gagavuzlar seçilerek Türkiye’de yüksek öğrenim görmeleri sağlanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Gagavuzlar Türkiye’nin gündemine tekrar girmişlerdir. Uzun zaman kopuk olan ilişkilere büyük önem verilmektedir. Türkiye Gagavuzlara yardım mahiyetinde bir çok program ve proje gerçekleştirmiştir. Faaliyetlerin çoğu eğitim alanında yoğunlaşmıştır. Bunun yanında insani yardım ve sağlık malzemesi gönderilmiş, Gagavuz öğrenci ve öğretmenlere Türkiye’de çeşitli sürelerle Türkçe yaz kursları verilmiştir. Gagavuz Yeri’ndeki Komrat Devlet Üniversitesi’ne Türkiye’den öğretim elemanı gönderilmesi için alt yapı çalışmaları başlatılmış, ayrıca üniversiteye çok sayıda kitap gönderilmiş, maddi yardımda da bulunulmuştur. Bursa ile Çadır-Lunga şehrinde ilkokullar arasında kardeş okul ilişkisi kurulmuştur. 1957 yılında Moldova S.S.C.B. Yüksek Sovyeti’nin kararıyla Rus Alfabesine birkaç harf ilave edilerek, Kiril esaslı Gagavuz Alfabesi hazırlanmıştır. 1957′den 1996′ya kadar tekrar Kiril Alfabesini, 1996′dan sonra ise Latin Alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Gagavuz Türkçesini bir yazı dili haline getirme mücadelesinde Rusça’dan etkilenilmiştir. Gagavuz Türkçesi morfoloji, fonetik ve sentaks açısından değerlendirildiğinde Slav etkisinde kalmıştır. Gagavuz Türkçesinin her gün yaşayan iki diyalekti vardır. Birisi merkez diyalekti (Konrat ve Çadır), diğeri ise güney (Vulkaneş) diyalektidir. Kanuna göre Gagavuz Yeri’nin resmi dili “Gagavuzca, Rusça ve Romence”dir. Özerklik süreciyle birlikte Gagavuzların anadillerini her alanda kulla-nabilme imkanı doğmuştur. XI. Yüzyıla kadar Hıristiyan kiliseleri arasında bir takım teolojik problemler olmasına rağmen bu problemler kiliseler arasında büyük bir ayırıma sebep olmamıştı. Ancak 1054 yılında Hıristiyan kilisesi Ortodoks ve Katolik olmak üzere iki ana mezhebe ayrıldı. Eskiden olduğu gibi günümüzde de Gagavuzlar arasında Babtist ve Adventist gruplar ve bunlara ait kiliseler mevcuttur. Gagavuzların uzun bir süre yazılı edebiyatları olmamıştır. Çeşitli zamanlarda farklı alfabeler kullanmak zorunda kalan Gagavuzlar yaşadıkları ülkenin alfabesiyle Türkçe kitaplar yayınlamışlardır. Çağdaş Gagavuz edebiyatının gelişmesinde Mihail Çakır’ın oldukça büyük rolü vardır. Çünkü Çakır daha 1094 yılında Gagavuz Türkçesiyle ilk gazeteyi çıkarmış ve bu dilin bir edebî dil haline gelmesi için ilk meşaleyi yakmıştır. 1934 tarihinde Gagavuz Türkçesiyle Besarabyalı Gagavuzların İstoryası adlı kitabını bastırmıştır. Bu kitap bir Gagavuz tarafından yazılan ilk Gagavuz tarihidir. Yine Çakır 1939 yılında Gagavuzca-Romence sözlüğü neşretmiştir ve İncil’i anadiline çevirmiştir. 1957 yılından günümüze kadar Gagavuz Türkçesi ile 25-30 civarında edebi eser yayınlamıştır. Bugünkü Irak toprakları, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1055 yılında Irak’a girmesinden Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, dokuz asra yakın bir süre Türklerin hakimiyetinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalandığında Irak’ta Türklerin yoğun olarak yaşadığı Musul ve Kerkük Türk hakimiyetindedir. İngilizler, Mütareke’nin yedinci maddesini ileri sürerek Türk askerlerinin bölgeden çekilmesini sağladıktan sonra bölgeyi işgal etmişlerdir. Musul ve Kerkük Misak-ı Milli’ye dahildir. Bundan dolayı Lozan görüşmelerinde ısrarla Türk hakimiyetinde kalmasını isterler. Önemli petrol yataklarına sahip olan bölgeye İngilizler de taliptirler. Lozan’da çözümlenemeyen mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edilir. Nihayet Milletler Cemiyeti, 1926 yılında bölgenin İngiltere’nin himayesindeki Irak’a bırakılmasını kararlaştırır. 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanarak Türkiye-Irak sınırları belirlenir. Bu antlaşmada Irak sınırları içerisinde kalan Türkmenlerin hakları konusunda bir maddeye yer verilmemiştir. Irak’ta 2,5 milyon civarında Türkmen yaşamaktadır. Telafer, Musul, Erbil, Kerkük, Tuz ve civarı belli başlı Türkmen yerleşim bölgeleridir. Irak’ın Türk hakimiyetinden çıkışından 1990’lı yıllara kadar Türkmenler sürekli olarak baskılarla hatta katliamlarla karşılaşmışlardır. 1920 Telafer Ayaklanması esnasında İngiliz askerlerinin yaptığı katliam, 1924 yılında İngiliz askerlerinin Kerkük’te gerçekleştirdikleri katliam, 1948’de Kerkük’te Gavur Bağı katliamı, 1959 Kerkük Katliamı, 1990 Altunköprü katliamı bunların en çok bilinenleridir. Irak’ta Türkmenlerin varlığını tanıyan, haklarını garanti eden uluslararası bir antlaşma yoktur. Bu çerçevede Irak yönetimleri, Türkmenlerin varlıklarını tanımak istememişler, onlara istedikleri derecede kötü davranmakta kendilerini serbest görmüşlerdir. Irak anayasalarında Türkmenleri tanıyan, onların milli, kültürel haklarından bahseden bir madde, bir pasaj olmamıştır. 1932 yılında Irak Milletler Cemiyeti’ne girerken dönemin Irak Başbakanı Nuri Said, bir deklarasyon yayınlamıştır. Irak yönetimi bu deklarasyonla Irak’ta Türkmenlerin varlığını tanımış, onların haklarını garanti etmiştir. Deklarasyonda, Irak’ta yaşayan Türk, Kürt ve diğer azınlıkların medeni hakları, seçimlerde temsil edilebilmeleri, ana dilleriyle eğitim ve öğretim yapabilmeleri, basın-yayın faaliyetlerinde bulunabilmeleri, mahkemelerde kendi dillerini kullanabilmeleri, Türklerin ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde bu dillerin de ikinci dil sayılması ve bu bölgelerin idarecilerinin buralardan seçilmesi hususları garantiler arasındadır. Bu hususların uluslararası yükümlülükler ve Irak’ın temel kanunları oldukları, hiçbir kanun tüzük ve düzenlemenin bunları değiştiremeyeceği ve Milletler Cemiyeti’nin bu maddelerin garantörü olduğu ifade edilmiştir. Ancak bu deklarasyon yayınlandığı gibi kalmış, ne Irak yönetimi bu taahhütlerine bağlı kalmaya çalışmış ne de Türkmenler haklarını bilerek gerekli makamlar nezdinde bunları arayabilmişlerdir.
Irak yönetimleri, Türkmenlere diğer azınlıklardan çok daha kötü ve zalimce davranmışlardır. Onları mümkün olduğunca Arapların içerisinde, bu mümkün olmazsa Kürtlerin içerisinde asimile etmek için çalışmışlardır. Kerkük’te gerçekleştirilen katliamların yanı sıra toprak reformu yapılarak Türkmenlerin toprakları ellerinden alınmış ve bu topraklar bölgeye yerleştirilen Araplara verilmiştir. Böylece bölgede Türk nüfus yoğunluğunun hafifletilmesi ve bölgenin Araplaştırılması hedeflenmiştir. Örneğin 1961 yılına kadar Silopi ile Erbil arasındaki bölgenin nüfusu büyük ölçüde Türkmenlerden oluşuyordu. Irak yönetimleri Kuzey Irak’taki dağlık bölgede bulunan Kürt köylerini bombalayarak onları buralardan ayrılmaya zorladılar. Bu şekilde yerlerini terk eden Kürt grupları, Türkmenlerle meskun söz konusu bölgeye yerleştiler. Silahlı ve mücadeleci bu insanlar, bir müddet sonra Türkleri bu bölgeden uzaklaştırdılar. Böylece Türkiye sınırı Türkmenlerden temizlendi. Bir diğer önemli Türkmen şehri olan Erbil aynı şekilde Kürtleştirildi. Nüfus sayımlarında Türkmenler Arap veya Kürt olarak yazılmaya zorlandı. Türkmenlerin de yaşadığı Kuzey Irak Kürdistan olarak lanse edildi. İran-Irak Savaşı ve Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Amerika’nın duruma müdahalesini takiben ülkenin kuzeyinde bir güvenlik bölgesi oluşturulmuştur. Bu bölgenin sınırı olarak 36. paralel gösterilmektedir. Halbuki büyük ölçüde Türklerle meskun olan Musul, 36. paralelin kuzeyinde kaldığı halde bu güvenli bölgeye dahil değildir. Aynı şekilde büyük ölçüde Kürtlerle meskun Süleymaniye, 36. paralelin güneyinde kaldığı halde güvenli bölge sınırları içerisine alınmıştır. Yani 36. paralelin üstü olarak tanımlanan güvenli bölge aslında Kürtler için yapılmış bir güvenli bölgedir. Bağdat’ın müdahale edemediği bölge Kürtlerin yönetimine terk edilmiştir. Bu sınır çizilirken Türkmenler hiç göz önüne alınmamıştır. Bundan dolayı Türkmenlerin çok büyük bir kısmı Bağdat’ın yani Saddam Hüseyin’in yönetiminde, çok az bir kısmı ise kuzeydeki güvenli bölgede Barzani yönetimi altında yaşamaktadırlar. Kuzey Irak’ta yaşayan Türkmenler Kürtlerin, güneyde yaşayanlar ise Arapların baskısı altındadırlar ve Kürtlerin ve Arapların arasında asimile olmak tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Her şeye rağmen Türkmenler, Irak’ta kardeşlik ocakları, ülke dışında dernekler ve partiler kurarak varlıklarını sürdürdüler. 1959 yılında İstanbul’da Irak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’ni kurdular. Türkmen Kardeşlik Ocağı 9 Mayıs 1960 tarihinde Bağdat’ta kuruldu. Daha sonra diğer Türkmen yerleşim merkezlerinde şubeler açıldı. Bir kültür derneği olarak Türkmenlik ruhunun sürdürülmesinde önemli hizmetler ifa etti. Milli Demokratik Türkmen Örgütü, 7 Ekim 1980 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da kuruldu. Örgüt Türkmenleri temsilen Iraklı muhalif grupların teşkilatı olan Irak Ulusal Demokratik Cephesi içerisinde yer aldı. Irak Milli Türkmen Partisi, 1988 yılında gizli olarak Ankara’da kuruldu. 1991 yılında kendini ilan etti. Parti birinci kongresini 1993 yılında Ankara’da, ikinci kongresini ise 1996 yılında Erbil’de gerçekleştirdi. 1990’lı yıllarda başka Türkmen partileri, vakıf ve dernekleri de kuruldu. Türkmen kuruluşları arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak amacıyla 24 Nisan 1995 tarihinde Türkmen Cephesi teşkil edildi; 4-7 Ekim 1997 tarihlerinde Erbil’de Birinci Türkmen Kurultayı, 20-22 Kasım 2000 tarihleri arasında yine Erbil’de İkinci Türkmen Kurultayı düzenlendi. Burada 1990 sonrasında kurulduğundan bahsettiğimiz Irak’taki Türkmen kuruluşlarının hepsi Kuzey Irak denilen güvenli bölgede ortaya çıkmışlardır. Bağdat’ın kontrolündeki 36. paralelin güneyinde yaşayan büyük Türkmen çoğunluğunun Türkmenler olarak hiç bir milli ve kültürel hakkı yoktur. Kuzey Irak’ta yaşayan Türkmenler 1990’lı yıllarda Doğuş, Türkmeneli ve Musul gazetelerini ve Erbil Kalesi isimli aylık bültenlerini çıkardılar. Bu süreli yayınların bir kısmının tamamı Türkçe bir kısmının ise yarısı Türkçe ve yarısı Arapçadır. 1993 yılında Erbil’de ilk Türkmen radyosu açıldı, bunu Kifri izledi. İlk Türkmen televizyonu yine Erbil’de 1994 yılında yayına geçti. 1993 yılından itibaren Türkmenler ana dilleriyle eğitim veren okullar açtılar. Irak’ta Türkmenlerin büyük çoğunluğu Sünni, az bir kısmı ise Şii Müslümandır. Erbil Kalesi’nde oturan çok az sayıda Hrıstiyan Türkmen de vardır. Sünnilik veya Şiilik, Türkmenler arasında ayrılık yaratan bir unsur değildir. Irak’ta dini ve milli hayat birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içedir. Irak’ta camiler ve tekkeler birer dini eğitim merkezidir. Din adamları usta çırak ilişkileri içerisinde yetişmektedirler. Irak’ta Mevlevi, Bektaşi ve Safevi tekkeleri vardır. Bu tekkelerin çoğunda şeyhler ve diğer ileri gelenler Türkmenlerdir. Irak Türk edebiyatında şiir çok ağırlıklı ve önemli bir yer tutar. Bölgenin Türk hakimiyetinden çıkışından sonraki ilk dönem Türk edebiyatçıları arasında Hıdır Lütfi, Mehmet Sadık ve Kutsizade Ahmet Medeni Efendi zikredilebilir. Hepsi de şairdir. Mehmet Sadık, İzzettin Abdi Bayatlı, Hasan Görem, Osman Mazlum, Ali Marufoğlu, Celal Rıza, Mehmet İzzet Hattat, Ata Terzibaşı ve Fahrettin Ergeç eski şiir yazma geleneğini takip eden şairler olarak; Nesrin Erbil, Salah Nevres, Necmettin Esin, Nihat Akkoyunlu, Ata Bezirgan, Erşet Hürmüzlü ve Muzaffer Arslan ise yeni tarzda eserler veren şairler arasında zikredilebilir. |
Kategoriler |